Başlıktaki isimle çıkan kitabım bugün itibarıyla kitapçılarda ve kitap satış sitelerinde yerini aldı. Peki, neden böyle bir kitap yazdım?
Çünkü artık Türkiye'deki en can yakıcı toplumsal meselenin, aile kurumunu muhafaza olduğunu düşünüyorum.
Çünkü makro siyasi meselelerle boğuşurken, aile elimizden kayıp gidiyor; görüyorum.
Çünkü
feminist olmayanı küçümseyen bir söylem en başta kadınlar eliyle yaygınlaştırılıyor ve çoğu bunun zararlarının farkında bile değil; biliyorum.
"Kadının Adı Yok" romanı ilk çıktığında, gerçekten kadın hakları noktasında kötü bir yerdeydik. Ancak bugün kadın-erkek ilişkilerinde ifrat ve tefrit arasında savrulmak yerine, aile ilişkilerindeki "adil denge"yi nasıl tesis edebiliriz? Aile içindeki geleneksel rol dağılımının tarihi binlerce yıllık, bu kodların değişime uğrama tarihi ise kabaca bir asırlık ise, ne oldu da kadın-erkekçocuk ilişkileri bu denli dönüştü? Bu dönüşümü kategorik olarak kötülemek çare olabilir mi?
Feminizmin teşhis ve reçeteleri yaraya merhem mi oluyor, tuz mu basıyor?
Küreselci feminist/eşcinsel siyaseti, ensesti meşrulaştırmaktan kadınları "damızlık" kılmaya kadar ne gibi tehlikeler içeriyor? Dünyayı kasıp kavuran #metoo hareketinin çelişkileri neler? İstanbul Sözleşmesi'nden çıkınca, kadın korumasız mı kaldı? Ve elbette
ülkemizdeki süresiz nafakadan çocuk haczine acil çözüm bekleyen meseleleri nasıl ele almalıyız?
Daha çok AK Parti'nin politikalarını kendisine yakın bulan bir yazar olarak bu kitapta eleştirilerimi de kaleme aldım. Aynı şekilde
hangi partiye sempati duyarsak duyalım, ailemizin ayakta kalması için doğruya doğru, eğriye eğri demeli ve mücadelemizi birleştirmeliyiz.
Bu kitap aslında bir "ilk söz"; aile tartışmalarının gidişatına
"içerden ve buralı" bir reddiye. Hayra vesile olması dileğimle...