İngiltere Başbakanı May, seçildikten sonraki ilk yurtdışı gezisini Washington'a yapmıştı. Ertesi günkü durağı ise Ankara'ydı. Önce Cumhurbaşkanı Erdoğan, sonra da Başbakan Binali Yıldırım ile görüşen May'in öncelikli gündem maddesinin Brexit sonrası ticari ilişkilerini sağlamlaştırmak olduğu söylenmişti. May'in gezisi vesilesiyle, Türk savaş uçağı yapımı içinİngiliz savunma ve havacılıkşirketi BAE Systems ile 125milyon dolarlık anlaşma imzalandı.
Yine millî savunma sanayimizle işbirliği anlamında önemli bir açılım daha İngiltere'den gelmişti. Türkiye'ye silahihracatını durduran Almanya'nın,ürettiğimiz Altay tankı için âdetaambargo uygulayarak motor vermemesikarşısında, İngiliz Caterpillarşirketi, yeni nesil CV12 tipi motoruteklif etmişti.
İngiltere'nin ticarî çıkarları açısından şüphesiz öncelikli gündem maddelerinden biri, Pekin'den Londra'ya uzanacak "Demir İpek Yolu" projesidir. Türkiye ise Asya ile Avrupa'yı birbirine bağlayan konumuyla bu projenin en önemli ayaklarından biri olduğu için istikrarımızın muhafazası noktasında da örtüşen çıkarlarımız mevcut.
Ayrıca Brexit sonrası Alman-İngilizrekabeti hızlanırken ve Almanya'nınTürkiye'ye karşı düşmanca tavrı ortadayken,her zaman mutedil görünmeye gayreteden İngilizlerin daha rasyonel gelmesi deşaşırtıcı değil.
Kaldı ki Büyükelçi Richard Moore'un "Darbe girişiminin arkasında Gülenhareketinin olduğunu iyi biliyoruz" veya "S-400 alımı Türkiye'nin kendialacağı bir karardır" şeklindeki beyanatları da eski ABD Büyükelçisi Bass'ın berbat performansıyla kıyaslandığında, ortaya Türkiye'nin millî güvenliğine karşı daha hassas ve egemenliğini tanıyan oldukça farklı tablonun çıktığını söylemek mümkün. Bu beyanatlar silsilesi içinde, eski İngiliz Dışişleri Bakanı Jack Straw'un dile getirdiği "Darbe girişimindeFetullah Gülen örgütününolduğu gün gibi ortada" ifadesini de eklemek gerekir. İngiliz ParlamentosuDış İlişkiler KomitesiRaporu'nda da bu tespitinyer alması, resmî birdevlet tavrının söz konusuolduğunu göstermesi bakımındanönemlidir.
Aslında belki de en az FETÖ konusundaki benzer anlayışlar kadar önemli olan İngiltere'nin Suriye meselesinde ABD'yi sıkıştıran tavrıdır. Bunun en net emaresini, ABD'li askerlerin onayı ve gözetiminde, DEAŞ ile YPG'nin anlaşması sonucu DEAŞ'lı teröristlerin aileleriyle birlikte Rakka'yı terk ettiklerinin görüntü ve ses kayıtlarıyla BBC tarafından tüm dünyaya ilan edilmesidir. Suriye'de işlediğisuçlar bakımından ışıkları ABD'ninüzerine çeviren ve tabiri caizsePentagon'u madara eden en büyükhadise bu haber olmuştur.
Bu yaşananlar, ABD/ Pentagon ile İngiltere/ Globalistler diye nitelenen odak arasında geçtiği belirtilen çekişmenin bir dışavurumu mudur? İngiltere hakkındaki yerleşik ve yer yer haklı önyargılarımıza rağmen karşılıklı güvene dayalı bir ilişki tesis edilmesi mümkün müdür? Bu ve benzeri sorular çoğaltılabilir ama şu gerçek sabittir: Önemli olan aktörlerden çok, Türkiye'nin böylesi bir çekişme/ rekabet söz konusuysa bile, kendi çıkarlarını önceleyerek hareket etmesidir. ABD'den en büyük şikâyetimizbir zamanlar millî güvenliğimizi tehditeden konularda yeterince hassasolmamasıydı. Şimdiyse ABD iç politikası(Gülen'i koruma, Zarrab davası, vb)ve dış politikası (YPG'ye destek) âdetabir numaralı millî güvenlik sorunumuzhaline gelmiş bulunuyor. Gelinen yerinmüsebbibi ise hiç kuşkusuz ABD'nin kendisi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan Soçi'den döndükten sonra ve Başbakan Yıldırım Londra'ya gitmeden önce Trump'tan gelen ve YPG konusunda özeleştiri içeren telefon görüşmesini bu açıdan da okuyabiliriz...
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.