ABD İmparatorluğu'nu, tarihteki diğer imparatorluklardan farklı kılan belki de en ayırt edici özelliği, dünyanın içine edip, sonra da nasıl içine ettiklerinin filmini çekerek bize anlatmalarıdır. Biz de o filmlere gidip, nasıl da şahane anlattıklarına hayran kalıp yine onlara para ve prestij kazandırmaya devam ederiz. Eskiden bunu Rambo veya Er Ryan'ı Kurtarmak gibi aşikâr propaganda filmleriyle yaparlardı.
Ancak sonradan Hollywood'a, Başkan'ın Adamları ya da War Dogs gibi daha 'içeriden' ve eleştirel filmler furyası hâkim olmaya başladı.
Bence o filmlerin en 'başarılı'larından biri, gerçek bir hikâyeyi baz almadığını iddia etse de, Ortadoğu'da yoğun faaliyet göstermiş bir CIA ajanının kitabına dayandırılarak çekilen ve dolayısıyla gerçeklerden yola çıkarak anlatan Syriana'dır. Syriana'daki bir sahneyi hiç unutmuyorum:
Petrol devlerinden Whiting, İsviçre'de demirlemiş bir yatta düzenlenen partide, özel bir odada Prens Meşal'le görüşür.
Hırslı prense, 'Sizin için yapabileceğimizbir şey var mı?'diye sorar. Oxford'dan yenimezun olmuş ve dünya zevklerineoldukça düşkün Prensönce, "Amerikalılar herzaman başka insanlarınülkelerinde delikler açmayısevmişlerdir" diyerek dalgacıbir cevap verir. "Sizi duydumBay Whiting. Suudi prenslerininmaşasısınız."Bunun üzerine Whiting,prensin rekabette olduğu abisinereferansla, "Dışişleri Bakanıolan abini duydum ben de, çokzeki bir adam. Babanı da tanırım.
Washington'da gittiğim en sapkın ikinci partiyi o düzenlemişti.
Ve görebildiğim kadarıyla, senin de bir maşa kullanmaya ihtiyacın varmış gibi görünüyor.
İkinci oğlan. Ailesi tarafından fena ezilmiş ki ona ne istendiği sorulduğunda bile cevap vermekten aciz kalmış. Yetişkin bir bebek. Abisinden ölesiye korkuyor.
Belki Kral olmak istiyor.
Belki? Peki Prens, sen bir Kral mısın? Bana ne istediğini söyler misin?" diye konuşarak neye uğradığını şaşırtır. Filmin sonunda, sömürgecilik karşıtı abinin başına neler geldiğini ve Batı özentisi prense ne olduğunu da izleyince görürsünüz.
***
Kral Selman başa geldiğinde, bölgedeki iç karmaşanın biraz dinebileceğine, en azından Kral Abdullah dönemindeki Müslüman Kardeşler paranoyasının hafifleyeceğine dair bir umut oluşmuştu. Obama, İran hegemonisi büyütürken, Sünni bloğun kendi içinde yarılmasının vahim bir stratejik hata olduğunun anlaşıldığı ümit ediliyordu.
Ancak İsrail ile "samimi" ilişkileriyle bilinen Birleşik Arap Emirlikleri güdümündeki Katar ambargosu ve ardından Suud Kraliyet ailesi içinde yaşanan darbe sonucu, veliaht prensliğin Muhammed bin Nayef'ten, Kral Selman'ın oğlu Muhammed'e geçmesi tüm ümitleri yok etti.
Artık Müslüman Kardeşler'i, Katar'ı ve Türkiye'yi birinci tehdit, İsrail'i ise müttefik gören bir Körfez hegemonyasının hüküm sürdüğü netleşti. Katar ablukasından günler sonra, İsrail İstihbarat Bakanı Yisrael Katz'ın, Kral Selman'a Netanyahu'yu Riyad'a davet etme ya da "dinamik" diyerek övdüğü Prens Muhammed'i Tel Aviv'e gönderme çağrısı yapmasından, koltuk değişiminin İsrail'i nasıl da heyecanlandırdığını görmek mümkün.
Dört gün önce, İsrail Mescidi Aksa'nın girişlerini kapayarak, 1967'den beri ilk kez Aksa'da cuma namazı kılınmasını engelledi. Şu anda da Aksa girişine yerleştirdiği detektörlerle de Aksa'nın tamamen kendi hâkimiyetinde olduğunu Filistinlilere dayatmaya çalışıyor.
Bu maalesef önümüzdeki yıllarda öngördüğüm gelişmelerin yanında hiçbir şey. Körfez,artık İsrail'i zorlamayacak. Bilakis ona açıktan kolaylaştırıcırolü oynayacak birdüzlemi benimsiyor.
Böylelikle sadece İslâm dünyasını telafisi zor biçimde zayıflatmıyorlar, aynı zamanda İran'la doğalgaz yatakları paylaşan Katar ve Umman gibi ülkeleri yabancılaştırıp, Kuveyt'i taraf almak yönünde sıkıştırarak Körfez'i paramparça ediyorlar.
Anlayacağınız, İsrail'in keyfine diyecek yok!
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.