Osmanlı İmparatorluğu'nun son yılları…
Batı'nın; cihan devletini "hasta adam" ilan ettiği, İmparatorluk topraklarında "ulus-devlet" anlayışını yerleştirmeye çalıştığı, o yıllar…
Osmanlıyı merkezi yapıya dönüştürme projesinin hız kazandığı, güvenliğinin tehdit edildiği, ekonomisinin çökertildiği, o dönemler…
Yıkılmaya yüz tutan Osmanlı'yı; ümmetini ayakta tutmaya çalışarak kurtarmaya çalışan Sultan Abdülhamid, belki de en çok kaşınan sorunlardan birini, Anadolu'daki Kürt aşiretlerin kışkırtılması hadisesini çözmeye çalışıyordu…
Kürtlerin arkasında duran, onlarla iyi ilişkiler kuran ve hatta devlet kademesinde yer açan bir lider olarak hedefteydi, Abdülhamid…
Anadolu'yu bölme planının parçalarından biri olarak, Kürtlerin de Ermeniler gibi ayrılıkçı fikirlere kapılmaları isteniyor ve "Kürtlerin babası" adını verdikleri Abdülhamid han ile aralarının açılması gerekiyordu…
1892'de Aşiret Mektebi'ni kurarak Kürt, Arap ve Arnavut aşiret çocuklarının eğitim görmelerini sağlıyor, Kürt, Arap ve Türkmenlerden oluşan Hamidiye alaylarını kurarak imparatorluk sınırlarını koruyan milli unsurları oluşturuyordu…
Aşiret Mektebi ve Hamidiye Alayları Batı'yı fazlasıyla rahatsız etmişti… Tehlike daha fazla büyümeden engellenmeliydi…
Almanya'nın başını çektiği Batı medyası, Aşiret Mektebi ve Hamidiye alaylarını işaret ediyor, spekülatif haberlerle İmparatorluğun siyasi-askeri gücüne darbe vurmaya çalışıyordu…
O günlerden Abdülhamid'in tahttan indirileceği 1909 yılına kadar Anadolu üzerinde kurgulanan oyunların başarılması ile artık Kürt isyanları baş gösterecek; Osmanlı'nın yerine kurulacak olan Cumhuriyet'in de rahat bırakılmaması için 'Kürt kartı' sürekli gündemde tutulacaktı…
Kürtlerin Türklerle birlikte kardeşçe yaşamasına tahammül edemeyen güçler, ittihat ve Terakki döneminden Cumhuriyet'e kadar da ellerinden geleni yapacaklardı…
Bir el, sürekli, Anadolu'nun kapılarından içeri giriyor, içerideki elleriyle buluşup, yüzyıllık senaryoyu dönem dönem tekrarlıyordu… Genç Cumhuriyet'in ilk yılları itibariyle doğu illerinde isyanlar başlatıldı… 1924'te Hakkari'deki Nasturi İsyanından, 1937'deki Dersim isyanına, Doğu ve Güneydoğu'da pek çok ayaklanmaya sebebiyet verildi…
Desteklendi, büyütüldü… ince ince işlendi… Uygulatıldı… Sonu hep ölüm, Sonu hep toplumsal kutuplaşmanın yolu oldu…
1980'lere kadar farklı yöntemlerle kaşınmaya devam edilen Kürt meselesi, askeri darbe sürecinde yeniden kurgulandı… 78'lerde önce Apocular adıyla hazırlanan kanlı terör, daha sonraki süreçlerde PKK adı altında, darbe travmasını atlatmaya çalışan Türkiye'ye yeni bir mesajdı…
12 Eylül süreci ve sonrası Doğu ve Güneydoğu'da toplumsal barışa karşı kurgulanan en büyük oyundu… Darbeyle beraber başlayan baskı rejimi Doğu ve Güneydoğu illerinde de fazlasıyla hissedilmeye başlandı… Baskı, PKK'nın bölgede güçlenmesine zemin hazırlıyor, terör örgütünün bağımsızlık yalanı ile silahlanma çağrılarına davetiye çıkarıyordu…
1990'lara doğru Uluslararası güçlerin merkezine yerleşen PKK, Türkiye'ye tarihinin belki de en karanlık yıllarını yaşatmaya hazırlanacaktı…
1992 ve 1993 yılları şiddet tırmanışa geçti… PKK'nın karakol ve köy baskınlarının,,, yol kesme eylemlerinin önü alınamıyordu….
Devlet bölgeden uzaklaştırılmaya çalışılıyor, uzaklaştırılmak istendikçe de askeri güç daha da kuvvetli bir biçimde devreye giriyordu.
Bir yandan, 90'lı yıllarda devletin içerisindeki karanlık yapıların illegal oluşumlarla yaptığı perde arkası işbirliği, diğer yandan şehir şehir yayılan faili meçhul cinayet haberleri, git gide yükselen Toplumsal ayrışmayı artık kontrol edilemez bir noktaya taşıyacaktı…
Temelleri 1970'lerde atılan 'PKK kartı' ile, Türkiye'nin doğusunda ayrılık rüzgarları estirilmeye başlandı… Ancak bir eksik vardı,
Silahın siyasi ayağı da devreye girmeliydi…1992 yılındaki kanlı Nevroz ve 4 Eylül 1993'te HEP milletvekili Mehmet Sincar'ın 'faili meçhul' ölümü…
Güneydoğu'da yaşanan sokak cinayetleri yeterli etkiyi oluşturmayınca bu kez büyük çerçeveli bir plan hazırlandı… Hedefte bölgeden aldıkları oylarla seçilen milletvekilleri vardı…
O el, yine devreye girmişti… Siyasilere uzanan faili meçhul cinayetlerin sorumlusu kimdi? Bilinmiyordu…
Devletin içerisinde illegal oluşumların, yabancı istihbarat servislerinin güdümündeki PKK ile ortaklığından, ortaya "bilinmezlik" sonucu çıkıyordu, Bölge yangın yeriydi…
Türkiye 2000'li yıllara terör, ekonomik buhran ve toplumsal çatışmanın gölgesinde, bitkin ve nefessiz girerken, 2002 seçimleri kritik sorunların çözümü noktasında bir umut oldu…
"Yolsuzluk-Yoksulluk ve Yasaklarla savaş" formülü ile yola çıkan Ak Parti bu doğrultuda "Kürt sorunu"nu da yasaklarla mücadele kapsamına alacak ve tarihi adımlar atacaktı…
Erdoğan'ın 2005 yılı Ağustos ayında "Kürt sorunu"na ilişkin Diyarbakır'da yaptığı konuşma ile, devlet, elini Kürt illerine yeniden uzatmıştı… Yeni bir rüzgar yeni bir barış eli Türkiye'nin her noktasından hissedilmeye başlandı…
İşte o rüzgar, bugüne kadar Kürt meselesine yönelen her sağduyulu liderin karşılaştığı 'sert' günlerin de habercisi olacaktı… Keza, 90'larda ülkeyi felakete sürükleyen 2000'lere doğru Türkiye'yi yeniden izlemeye alan o uyuyan güç, yeniden gözlerini açmaya başladı…
2015 yılında Türkiye sandık başına gitti…7 Haziran seçimlerinde ortaya çıkan siyasi tablo, terör örgütleri ve uluslararası güçlerin yeni kaos stratejileri için büyük bir şans oldu…
Siyasi belirsizlik bir fırsattı ve PKK, yeniden devreye sokuldu… Çukurlar kazıldı, Kürt gençleri yaşadıkları şehirlerde, mahallerde devlet güçlerinin önüne sürüldü… Devletin 2002 sonrasında bölgeye uzattığı 'barış' eli, provokasyonlar ve ihanetlerle kanlı bir mecraya çekiliyordu…
'Çukur siyaseti' Avrupa başta olmak üzere uluslararası güçlerce meşrulaştırılmaya çalışılsa da, bölge halkı yüz yüze kaldığı gerçeklerin sonucunda, ne terör örgütüne ne de silahlı siyasete daha fazla izin vermeyecekti…
1 Kasım seçimleri Türkiye'nin toplumsal barış dinamiklerine katkısı adına dönüm noktası oluyordu… Artık terör örgütlerinin hareket alanı daralmış, özellikle Doğu ve Güneydoğu'da Kürt seçmen, PKK ve HDP ortaklığına gereken yanıtı vermişti…
15 Temmuz 2016'daki FETÖ'cü darbe girişimi Türkiye'nin diğer bölgelerindeki gibi Doğu'da da halkın direnişiyle savrulup atılıyordu…
Bir dönüm noktasıydı 15 Temmuz… Siyasi iradeye karşı yapılan askeri girişim, etnik zenginliği himaye eden Türkiye'de bölünmeyi değil, ülke birliği için ortak hareket etme onurunu pekiştirmişti…
2017 yılı Türkiye'nin siyasi-sosyal ve ekonomik alanda güçlenmesi, bütünleşmesi için yeni bir fırsatı beraberinde getirdi… Meclis'ten çıkan referandum kararı ile başlayan süreç, Anadolu'nun birleşme, bütünleşme tehlikesini gören 100 yıllık oyun kurucularını yeniden hareketlendirdi…
Barış dinamiklerine karşı ittifaklar kuruldu… PKK'dan FETÖ'ye, Avrupa'dan Amerika'ya legal-illegal tüm oluşumlar, medyasıyla silahıyla, lobi çalışmalarıyla, sermayedarlarıyla, yeni sistemin karşısındaki yerini aldı…
Özellikle Türkiye'nin doğusunda Kürt seçmene nüfuz ederek nefret tohumlarını yeniden ekmeye çalıştılar… Beklediler, Başaracaklarını düşündüler, Olmadı…16 Nisan'daki referandum sonucunda Türkiye'nin doğusundan gelen destek, yeni dönemde toplumdaki bütünleşmenin adını da koyuyordu…
Öyle ki; Şırnak, Batman, Diyarbakır, Hakkari ve Mardin'deki destek, AK Parti'nin 1 Kasım'da aldığı oylara göre ve 2014'teki Cumhurbaşkanlığı seçimindeki sonuca göre daha yüksek seviyelere çıktı…
"Kürtler ile PKK arasında kesin bir ayrım yapan" Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bu başarısı önümüzdeki dönem Türkiye'de siyasi yelpazesinin nasıl şekilleneceğinin de mesajlarını vermiyor mu?