Rivayet o ki;
Fatih Sultan Mehmet Han tebdili kıyafet çarşıya çıkar.
Bir dükkana girip selam verdikten sonra isteklerini sıralar. Dükkân sahibi isteklerinden ilkini verir ama diğerlerini vermez. Sultan bunun üzerine "Neden" diye sorunca dükkân sahibi, "Ben sana sattığımla sabah siftahımı yapmış oldum, diğer istediğini de karşıdaki dükkândan al. O henüz siftah etmedi" diye cevap verir.
Bu tablo karşısında memnun olan genç Sultan, diğer esnafa gider, isteklerinden yine birini alır ama ikincisini vermez dükkan sahibi. O da henüz siftah yapmamış olan komşusuna gönderir. Sultan Mehmet bu şekilde bütün çarşıyı dolaşır… Hepsinde aynı şuuru ve ahlakı görünce duygulanır. Allah'a şükrederek "Ya Rabbi sana hamdolsun… Bana böyle birbirini düşünen millet ihsan ettin". Hemen yanındaki vezire dönüp "Ben bu milletimle değil Bizans'ı, dünyayı bile fethederim, diyor.
Bu hikaye pek çok farklı yerde karşınıza çıkabilir. Hatta hikayenin kahramanları da değişebilir.
Ama bu şuuru, anlatılmak isteneni değiştirmez.
Ahilik kültürünün kardeşlik ve yardımlaşma özünü, ne olursa olsun hiçbir akıl inkar edemez.
Yaşatanlara ne mutlu.
Hatta bir örneğini görmek isteyen olursa Vefa semtine gitsin.
Bozacı ve karşısındaki leblebicinin hikayesini onlardan dinlesin.
Bozacı satamaz mıydı leblebiyi? Satardı.
Ama o önce komşusu siftah etsin istiyor.
Ve leblebiyi komşudan alan boza için ona geliyor.
Böylece komşusu da o da kazanarak başlıyor güne.
Dedelerinden kalan asırlar boyu devam eder inşallah.
Vefa gibi bir semte de en çok bu örnek yakışırdı zaten.
*****
Muhakkak duymuşsunuzdur "Pabucu dama atılmak" deyimini.
Her deyim gibi bu deyimin de bir hikayesi var.
Hem de Ahilik kültürüne dayanıyor.
Eğer bir ayakkabıcı yaptığı ayakkabıdan ötürü şikayet edilirse, yani o esnafın yaptığı sattığı ayakkabı kusurlu çıkarsa, Ahi teşkilatı devreye girer. Yapılan inceleme sonrası bu esnafın o kötü pabucu dükkanının damına atılır ya da herkes görecek şekilde kapısına asılır. Yani, işini doğru yapmayan, müşteriyi mağdur eden, ticaretinde ahlak sınırlarını aşanlar ceremesini çekerdi.
Bu cezalar maddi bazen de manevi olurdu.
Mesela ekmeğin belirlenen fiyatın üzerinde satılması ve kalitesinin düşürülmesi büyük bir suçtu. Fırıncı hem para cezalarına çarptırılır hem de ürettiği o ekmekler boyuna takılarak ve yüzlerine mürekkep sürülüp halkın içerisinde teşhir edilirdi.
Hileli mal üreten esnaf, kafasına tahta külah geçirilerek eşek üzerinde halk içerisinde dolaştırılır..
Burada amaç esnafı pişmanlığa sevk edip caydırmak ve bir daha bu suçları işlenmesini engellenmek…
Ama tekrar ederse işte orası sıkıntılı o esnaf için.
Çünkü kanunlar devreye girdiğinde ve suç ağırlaştığında dükkan kapatma, meslekten çıkarma, dükkan yıkma hatta kürek çekme, hapis ve sürgün cezalarının verildiği de kayıtlar da var.
*******
İbretlik bir başka hikaye…
Malum Turizm aynı zamanda esnaf için önemli bir ticaret kaynağı.
Geçmişte de böyleydi.
Zamanın birinde yabancı bir kumaş taciri Osmanlı Devleti'ne gelir. Gittiği bir kumaşçıdan malların hepsini almak ister. Kumaşçı hepsini verir ama bir topu kenara ayırır. Yabancı tacir sebebini sorunca da, kusurlu olduğunu onu satmayacağını söyler. Tacir ısrarcı, olsa da sonuç değişmez. Sözleri ibretlik "Benim malımın kusurlu olduğunu siz biliyorsunuz. Ama onu kendi memleketinizde satarken alıcılarınız benim bunu size söylediğimi bilmeyecek. Ben onlara kusurlu mal satmış olacağım yani. Burada Osmanlının gururu, şeref ve haysiyeti rencide olacak, bizi de hilekâr zannedecekler. Bu yüzden bu kusurlu topu size veremem."
Esnaf ahlakı, ticaret ahlakı böyle işte.
…….
Cezası olduğu kadar öncesinde nasihat süreci de var bu işin.
Ahilik teşkilatı da bunun için var zaten.
Hatta Padişahlar bile bu işin ehemmiyeti için tebdili kıyafet çarşıya pazara çıkıyor.
Esnafın bu hileye sapmaması, ticaretini bir Müslümana yakışır şekilde yapması için.
Günümüzde kanun ve yönetmelikler gibi…
Ama insan işte bazen nefsine bazen para hırsına yenik düşüyor.
Komşusunu, müşterisini düşünemiyor.
….