Gazze…
Ölümün yağmur misali yağdığı coğrafya…
7 Ekim'den bu yana diyoruz ama öncesi de var elbette.
Ama bu kez feryat çok büyük.
İnsanlık olarak hesabını veremeyeceğiz belki ama kendi vicdanımızın muhasebesini yapabilir.
142 günde 30 bin can gitti dünyanın gözleri önünde..
Bunun yarısı çocuk..
Dilimiz alıştı bu tabire…
"Yarısı çocuk"…
Yani kundaktaki bebekler
Annesine babasına emekleyen,
En keyifli oyuncağı elindeki çıngırak olan,
Ağzından ilk çıkacak kelimenin ne olduğu beklenen,
Annesinin kokusuna doyamadığı
Babasının öpmeye kıyamadığı bebekler…
Artık yoklar…
Kundak yerine kefene sarıldı el kadar bedenleri…
Ne annesi kaldı ne de babası…
Hatta hatırası bile kalmadı geride
Bir oyuncağı, ya da fotoğrafı… Ne de ağıt yakanı
ABD'nin, Batının, para baronlarının sponsorluğunda İsrail yakıp yıktı …
Milyonlarca insan ayağa kalktı.
Lahey'de Uluslararası Adalet Divanı yargılamaya başladı,
Gazze'de çocuk kalmadı
Ama onlar bu kana acıya doymadı.
Bir cümle düştü dün dünya gündemine..
"5 yaşından küçük Filistinli çocuklar yaşamaktansa ölmeyi istiyor"
Sözün sahibi Sınır Tanımayan Doktorlar (MSF) Genel Sekreteri Christopher Lockyear.
Katliamın baş aktörlerinin, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nde yüzlerine söyledi bu sözleri…
"Annesiz, babasız, kardeşsiz, yuvasız yaşamak istemiyorlar! Dedi.
Hayatı daha tanımadan hayattan koparılmak onların yaşadığı.
Ölümü öğrenemeden ölümü istemek…
Daha Dünyayı görmeden…
Kudüs'e bile gidemeden…
…
Şimdi kendimizi bir Gazzeli çocuğun yerine koyalım.
Ve soralım?
Biz ne yapardık?
Ne isterdik böyle bir dünyadan?
Ne beklerdik?
Kendimize bunu reva gören insanlığa bakabilir miydik bir daha insanca?