Türklerin yüzde kaçı ahlaksız?
İster Immanuel Kant'ın "ödev ahlakını" benimseyin, ister John Stuart Mill gibi "faydacı" olun; yani ahlak kriteriniz ne olursa olsun, bir eylemin ahlaki olup olmadığını tespit edebilmek için söz konusu eylemin doğasını ve o eylemi çevreleyen koşulları net bir şekilde algılayabilmeniz gerekir.
Dolayısıyla algıları kısıtlı kimseler, ahlaklı olabilmek yolunda büyük bir dezavantaja sahiptir demektir.
Ne ki bizde "ahlaklı olmaktan" ziyade, "algıda kısıtlılık" yani lafın düzünü edecek olursak, "aptallık" konuşulmuştur.
Hâliyle, "aptalların oranı" hakkında bilgimiz var ama "ahlaksızların oranı" hakkında yok.
"Bilgimiz var" dediğim, Aziz Nesin'in bilimsel veriymiş gibi yıllar yılı terennüm edilen "Türk milletinin yüzde 60'ı aptaldır..." sözünden ibaret.
İlk milli lolitamız Aysun Kayacı bu sözü şöyle şerh etmişti: "Benim oyumla dağdaki çobanın oyu bir mi?"
Her iki veciz sözün de aptallığın cahillikle malul olduğunu ihsas ettiğini tartışamayız.
Peki, tahsilli olmak cehaleti alır mı?
Tam aksine kimi zaman tam tersi tecelli eder. Sakallı Celal'in dediği gibi "Bu kadar cehalet ancak tahsille mümkündür..." durumu hasıl olur.
Tahsilli olmaktan maksat nedir, mesele orda.
Gönül sultanlarından Niyazi Mısri en güzelini söylemiştir: "Noktayı vehmetmektir ilim irfandan maksat..."
Evet, "İlim bir noktaydı, cahiller onu çoğalttı."
O nokta da insanın kendisidir. "Sen kendini bilmezsen bu nice okumaktır..." dememiş miydi Yunus.
Sonuç itibarıyla, gaye ahlaklı olmaktır. Ahlaksız olduktan sonra matine-suare mürekkep yalasan ne fayda!
Tevekkeli, "Diploma insanın cehlini alır, hamurunda eşeklik varsa baki kalır..." denilmemiştir.
Ahlaklı olmanın ilk şartı da kuşkusuz neyin ahlaki neyin ahlak dışı yani gayriahlaki olduğunu ayırt edebilmektir.
Bu da hiç zor değildir.
Mesela, yalan söylemek dımdızlak ahlaksızlıktır. Bunu bilmeyecek kadar cahil olmak da aptallıktır.
Bu bağlamda, aptallıktan kurtulmanın ahlaki sorumluluk olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Sabah akşam yalan söylediği herkesçe malum bir insan evladının yalanlarını yedirebilmek için "Ben yalan söylemeyi beceremiyorum..." diyecek kadar tozutacak ortam bulması, Türkiye'deki ahlaki sorumluluk taşıyanların oranı hakkında bilgi verir mi, bilmiyorum.
Benim bildiğim şudur: Modern psikolojinin "ahlaki zekâ" kavramını ortaya atması boşuna değil. Bu kavram üzerine çalışan araştırmacılar, "ahlaki zekânın" çeşitli yollarla gelişebileceğini dile getirmişlerdir.
Demek ki yeterince uğraşılırsa herkes için ahlaklı olma şansı var; umutsuzluğa kapılmamak gerekir.
Kaldı ki "yeterince uğraşmak" da ahlaki yükümlülüktür.
Nasıl ki doğru ve yanlış arasındaki bir seçimde atıl kalmanın kendisi ahlaki bir zaaf sayılıyorsa, kişinin kendisini doğru ve yanlış arasındaki bir seçimde karar veremeyecek ölçüde ahlaki zekâdan mahrum bırakmış olması da başlı başına bir ahlaki zafiyettir.
Hülasa, sorumsuzca aptal olmak, ahlaki açıdan sorumsuzluktur.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Onlara da yâr etmezmiş (21.11.2024)
- Bombayı kendisi koydu (20.11.2024)
- Haksız tartışma bu (19.11.2024)
- İsmet Özel, Seyyid Kutub ve molla (16.11.2024)
- Yemişim İran’ını (14.11.2024)
- Cübbeli Hocamın fakire cevabı (13.11.2024)
- Neden ağlıyorlar? (12.11.2024)
- Elemanın ekstrası var (09.11.2024)
- Tanrısına ne yaptıracak? (07.11.2024)
- Cübbeli Hocama hepyek soru (06.11.2024)