İçine doğduğum mahallede LozanAntlaşması'nı "ihanet" olmasa da "hezimet" görme eğilimi hâkimdir.
Lozan'ın eleştirilecek yanları yok muydu? Elbette vardı... Zaten eleştirel yaklaşım her daim goygoyculuktan evladır.
Lakin fakir değil ihanet, hezimet olduğuna bile (ilk gençliğim de dâhil) hiçbir zaman ikna olmadım.
Bunun nedeni, kendime sorduğum şu basit soruda saklıydı: "Selanik'ten Kerkük'e kadar verdiler de bizimkiler mi almadı?"
Öyle ya, Misak-ı Milli veya Ahd-i Milli kapsamında batıda en uçta Selanik vardı, doğuda en uçta Kerkük.
Ne yani, Musul'u ve Kerkük'ü vermediler diye yeniden silah kuşanacak, savaşacak mıydık?
Diyelim ki taviz vermemek için bitap düşmüş Anadolu'yu tekrar ayağa kaldırdık, ya "Dimyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan olsaydık" ne yapacaktık?
Keşke taviz vermemek veya "ilkelerden" ödünsüzlük "vatan sahibi" olmak için yeterli olsaydı.
Kudüs Müftüsü merhum Hacı Emin el-Hüseyni tavizsiz mücadele etti de (Filistin davasını tüm mazlum milletlere mal etmenin dışında) ne elde etti?
Halbuki, BM'nin (Birleşmiş Milletler) 1947'deki Taksim Planı'nı kabul etseydi, 15 bin kilometrekarelik Yahudi devletinin kurulmasına karşılık, 11 bin kilometrekarelik bir Filistin devleti kurulmuş olacaktı.
Tamam, İsrail'in Filistin'deki işgaline "meşruiyet" kazandırmak anlamına gelen çok büyük bir taviz olurdu bu.
İyi de o gün kabul edilmeyen 11 bin kilometrekarenin bugün yüzde kaçı için ölümüne mücadele ediliyor?
Kaldı ki, Yahudiler 15 bin kilometrekareyi kabul ettiler de ne oldu sanki?.. Hem o günden beri işgale devam ettiler hem de Nil'den Fırat'a kadar kendilerine "vaat edilmiş topraklar"dan (Arzı Mev'ud) vazgeçmediler. (Hayır yani, yeryüzünde sınırları çizilmemiş İsrail'den başka ülke var mı?)
Demem o ki, gücün oranında hareket eder, konjonktürü de adamakıllı hesap eder, eldekini riske etmeden orta ve uzun vadeli strateji çizer, zamanını kollarsın.
Şimdiye değin maceracıların, hamasetle iş tutanların, hülasa hesabını iyi yapmayanların kazandıklarına hiç tanık olmadım.
Elde edileni riske etmemek bağlamında düşünecek olursak, Lozan'ın "hezimet" olduğunu asla söyleyemeyiz. İsmet Özel bir konuşmasında, Lozan Antlaşması imzalandığında ABD'nin Almanya sefirinin, "İsa bir daha çarmıha gerildi ve Amerika bayrağı çamurda sürüklendi..." dediğini nakletmişti.
Yanlış anlaşılmasın, Lozan Antlaşması'nı İsmet Özel de "muazzam" telakki etmez.
Lakin, Lozan Antlaşması'nın İstiklal Savaşı sayesinde ortaya çıkan Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucu belgesi olduğunu da herkes kabul eder.
Antlaşma'nın 45. Maddesi gereğince, "Türkiye'nin Müslüman olmayan azınlığa tanınmış olan haklar, Yunanistan'ın da kendi ülkesindeki Müslüman azınlığa tanınmıştır."
İşbu belgede gayrimüslimlerin "azınlık" olarak tanımlanması, Türkiye Cumhuriyeti'nin hangi "mana iklimi" üzerine inşa edildiğinin de göstergesidir.
Millet tanımı söz konusu "mana ikliminden" neşet eder.
Hem Lozan Antlaşması'na virgülüne kadar sahip çıkıp hem de milletin mündemiç olduğu ümmete lagaluga etmenin âlemi yoktur.
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.