Nasılsa biri değinir düşüncesiyle erteledim. Ne ki yazan kimse çıkmadı. Çıktıysa da ben görmedim.
Zaten bu tarz "ayrıntıları" sevgili Hıncal Uluç'un dışında pek gören olmaz.
O da ya görmedi ya da benim "gördüğüm" yerden bakmadı.
Söz konusu "ayrıntıya" gelmeden önce, hazır adı geçmişken, Hıncal'ın geçenlerde fakire yönelttiği bir eleştiriye cevap vermek istiyorum. "Mesele 'anlatmak' değil 'küfretmek'"başlıklı yazısında, AK Parti'nin ilk defaoy kullanma hakkını elde eden Y ve Z kuşağınınoyunu almak için 17 yıllık iktidarın ülkeyinereden alıp nereye getirdiğini anlatmayaihtiyaç olduğunu çok haklı olarak belirttiktensonra şöyle diyor: "Bu ihtiyacı sen yazıyorsun,çok yerinde olarak Salih.. Ama bak nasılyazıyorsun?. / 'Harici ve dahili bedhahlarıniğvasına rağmen.' İnan, 82 yaşıma rağmen,ben anlamadım da, internete girip çözdüm../'Dış ve iç kötü yüreklilerin ayartmasına rağmen'demekmiş.."
Devam ediyor:
"Yani iş anlatmakla bitmiyor.. Öncelikle ve özellikle genç kuşakların anladıkları, benimsedikleri, bildikleri dili kullanacaksın. Bu ağdalı Osmanlıca ile genç oylar yanınıza çekilebilir mi?. Sevgili Salih..."
Öncelikle şunu söyleyeyim: Genç oyları kazanmak benim derdim değil. Onu AKParti'nin ilgili yetkilileri düşünsün. Bu yetkililer de (çok sağ olsunlar) fakiri "takip etmek" zahmetinde bile bulunmuyorlar. Kaldı ki, "yanlarına çektikleri" gençlerin gerçekleştirdikleri en büyük "eylemlerden" biri de (Davutoğlu döneminde) fakiri linç etmekten ibaretti. Canları sağ olsun... Demem o ki, bildiğim doğruları söylerim, ötesi beni ilgilendirmez.
Dil konusuna gelince... Hıncal, "uydurukça" veya "arı dil" veya "öz Türkçe" demiş olsaydı, İsmet Özel'in "Eğer katıksız Türkçe konuşacağım diye tutturursanız hiçbir şey diyemezsiniz. Çünkü 'hiç' Farsça 'şey' Arapça'dır..." sözüyle başlardım dilim döndüğünce anlatmaya.
Usta, anlatmaktan / anlaşılmaktan dem vuruyor, ki iletişimde esastır.
Fakat... "Haricive dahili bedhahlar"ifadesi GençliğeHitabe'nin ilkparagrafında geçer. Karakteristiktir. Zaten ben de "toplumsal hafızaya" gönderme yapmak için tercih ettim, ediyorum...
İmdi, gelelim "ayrıntı" dediğim konuya. Başarının sırrı bu ayrıntıda gizli çünkü...
Hangi başarı mı?
Anlatayım:
Aylar öncesinde, Lille'in Nice'e konuk olduğu maçın 79. dakikasında oyundan alınan Burak Yılmaz'ın, yedek kulübesindeki hocası Christophe Galtier'ye "Senin kalıbını..." diye başlayan galiz küfürler ettiği duyuldu.
Fransız medyası bu küfürleri sorunca Lille Teknik Direktörü Galtier, "Bu durum Burak'ın 35 yaşına rağmen hırsını gösteriyor. Taraftarımızın bu durumdan memnun olması gerekiyor..." diyerek Burak Yılmaz'a adeta "paratoner" oldu.
Sonrasındaki maçlarda herkes bambaşka bir Burak izledi. Hem de Lille'i PSG'nin önünde şampiyon yapacak kadar... Fransa'da yere göğe sığdırılamadı. Lille taraftarlarının kahramanı oldu. Öyle ki, "Türk vatandaşlığına" geçmek isteyenler de oldu, heykelini dikmek isteyenler de!..
Burak Yılmaz'ın şampiyonluk kutlamalarında soyunma odasında hocası Galtier'ye sarılışı, başarının gizli olduğu "ayrıntının" resmi gibiydi.
Peki, burada, yani bizim ligimizde herkesin duyacağı şekilde hocasına o küfürleri etseydi ne olurdu?
Hocasından önce bizim futbol yazarlarımız ipe çekerdi, futbol hayatı bitmese de kesin kadro dışı kalırdı, değil mi?..
Trabzonspor'un yıldızlarından Abdulkadir Parmak da kadro dışı bırakıldı.
Hayır, hocasına küfrettiğinden değil. Son dakikalarda bir maça girmek istemediği için. "Yanlış anlaşıldım" dedi, özür üstüne özür diledi ama henüz affedilmedi.
Bu hafta karar haftası.
Bana sorarsanız başarının sırrı çokluk hoşgörüde saklıdır ve hoşgörü de büyüklüktendir.
Bakalım Abdullah Avcı bu büyüklüğü gösterecek mi?
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.