Kabul, yüksek yargının farklı kanatlarının veya mensuplarının pek hoşuna gitmeyecek. Ama siyaseti doğrudan ilgilendiren bir konu, ne zaman asli bağlamından çıkıp yargılama sahasına girse
"karışmış yumak" misali durumlar ortaya çıkabiliyor. Elbette, yargı kurumuna özel kusur atfetme niyeti taşımıyorum! Sadece durum tespiti yaparak siyasetçilere,
"Lütfen elinizi çabuk tutun. Bir an önce yasal, hatta anayasal düzenleme yapın ki mesele yargıda oradan oraya savrulmasın ve belirsizlik masadan kalksın" diyorum. Zira ne tarafa çekseniz o yöne uzayabilen bu elastiki tablo hem demokrasinin kalitesini olumsuz etkiliyor hem yargıya güveni örseliyor hem de siyaset kurumunun saygınlığına gölge düşürüyor.
Ondan sonra...
Mahkemelerin yorum farklılığı, yargısal aktivizm, jüristokrasi, süper temyiz mahkemesi, Anayasa Mahkemesi (AYM) kararlarının kesinliği ile bağlayıcılığı arasındaki ayrım meseleleri baş gösteriyor. Yetmiyor, muhtelif argümanlara, AYM ile Yargıtay mensupları arasındaki özlük hakları atışması ekleniyor. Bu sırada, olup bitenleri dışarıdan izleyen kamuoyu
"sivil, demokratik anayasa gereğine sahip çıkma" duygusu ile
"bunun arkasında ne var acaba?" şüphesi arasında sarkacın bir ucundan diğerine gidip geliyor. Haliyle sistemik risk üreten darbe anayasasından kurtulma mücadelesi ister istemez sakatlanıyor!
***
Tahmin edeceğiniz üzere TİP'ten seçilen
Şerafettin Can Atalay'la ilgili hukuki ve siyasi gelişmelerden, hatta oluşturulan suni kamplaşmadan söz ediyorum.
Öncelikle birkaç hususun altını çizelim...
Can Atalay'ın milletvekilliği düşürülmedi, düştü. Anayasa gereği kesinleşmiş mahkeme kararının TBMM Genel Kurulu'nda okunmasıyla milletvekilliği düşmüş oldu.
TBMM Başkan Vekili
Bekir Bozdağ'ın, Atalay kararını okuttuğu için sosyal medyada linç edilmesi eleştiri ve insaf sınırlarını fazlasıyla aştı. Bozdağ'ın, FETÖ üzerinden vurulmaya çalışılması, aslında ters tepti. Neden? Çünkü 15 Temmuz gecesi TBMM kürsüsünden darbeye direnen ve
"Bize düşen burada ölmektir" diyen bir Bekir Bozdağ vardır da ondan!
Atalay kararı veya benzerlerinin okunması, Meclis Başkanı veya nöbetçi başkan vekillerinin kullandığı fiili bir takdir yetkisi olmaktan ziyade net süreye bağlanmalı, böylece kişiler ve kurumlar töhmet altında bırakılmamalıdır!
AYM'nin yeniden yapılandırılması düşünülmeli ama asla tepkisellikle hareket edilmemelidir. Örneğin Yüce Divan fonksiyonu Yargıtay Ceza Kurulu'na devredilebilir. Bireysel başvurular için ya Türkiye İnsan Hakları Mahkemesi kurulabilir ya da bu görev AYM'de kalacaksa, temel hak ve özgürlüklere yönelik ihlalin giderilmesi yöntemleri güncel ve net esaslara bağlanabilir!
Devletin temelinin adalet, Anayasa'nın özünün insan onuru olduğu asla unutulmadan elbette,
"Bireysel Başvuru" yolu açık tutulmalı, hiçbir ekstra yoruma yer bırakmayacak şekilde etkin ve sonuç verici şekilde işletilmelidir.
Yargı mekanizması yoluyla cezaevinden Meclis'e kanal açılmamalıdır. Bu nedenle, milletvekili seçilmeye engel şartlar yeniden düzenlenmelidir.
Özetle...
Yüksek yargı kurumları arasında hiyerarşik bir ilişki olmadığı hatırda tutulmalı, hak ihlalinin giderilmesine dair bir kararın icrası sırasında, anayasa koyucu açık irade beyanında bulunmalıdır.
Ya ilk ve son derece mahkemelerinin görev ifa etme biçimine AYM eliyle radikal biçimde müdahale edilmemelidir ya da
"insan hakları" üst hukuku ihdas edilerek idari ve adli kararların uygulanmasını kökten etkilemesi benimsenmelidir!