Şu an Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin önünde
iki büyük dosya söz konusu...
İlki, TİP Hatay Milletvekili
Can Atalay'ın hukuki ve siyasi durumu. Yani, Anayasa Mahkemesi ile Yargıtay'ı, yetki ve yorum yönüyle karşı karşıya getiren dosyasının akıbeti.
Görünen o ki...
Yargıtay 3. Ceza Dairesi'nin kesinleşmiş hükmünün TBMM'de okunması suretiyle Atalay'ın milletvekilliği düşecek. Sonrasında, bireysel başvuru ve yüksek yargı organları bağlamında yeni bir süreç başlayacak.
Unutmadan... Atalay dosyasının özü, milletvekili dokunulmazlığı ile ilgili. Hatta bununla birlikte dokunulmazlığı sınırlayan anayasa hükmündeki belirsizlikle bağlantılı. Anayasa Mahkemesi, milletvekili dokunulmazlığının geçerli olmayacağı haller için anayasadaki ifadelerin sarih olmadığını, bu konuda tereddüde mahal vermeyecek bir yasa çıkarılması gerektiğini savunuyor. Anayasayı yorumlama yetkisini kullanırken, bir bakıma yeni bir anayasa fıkrası ihdas etmiş oluyor. Ardından da Anayasa Mahkemesi kararlarının yasama, yürütme ve yargı organlarını bağladığından bahisle son sözünü söyleyip, bekliyor!
Yargıtay ise temel hak ve özgürlüklerin korunmasına ilişkin duyarlılığın sadece Anayasa Mahkemesi'ne özgü olmadığını, yargı yetkisi veya kamu gücü kullanan tüm makamlar açısından bağlayıcı ilke olduğunu hatırlatıyor. Yüksek yargı içtihatları ile hangi suçlar bakımından, milletvekili dokunulmazlığı zırhının kuşanılamayacağını izah ediyor. Yerleşik yargı kararlarını açığa düşüren Anayasa Mahkemesi yorumlarının hukuk sistemindeki öngörülebilirliği zedelediğini, hatta kaosa sebebiyet verdiğini anlatmaya çalışıyor.
Nereden baksanız, taraf olunabilecek, bir yönüyle sahip çıkılırken bir başka yönüyle itiraz edilebilecek bir dizi argümanla karşı karşıya kaldığımız bir gerçek. Lakin gerek sade vatandaş gerekse yatırımcılar bu kadar teknik ve titiz yoruma derinlemesine girme eğiliminde değil. Geniş kitleler bakımından, sorun çözmesi gereken yargı kurumlarının, sorunun bir parçası veya kaynağı olmaması önemli.
Bir diğer anlatımla... Vatandaş,
"Yargıda güven ve belirlilik var mı?" sorusunun cevabına odaklanmakta, ötesini berisini -tabiri caizse- kurcalamaya değer bulmamakta. Tartışmalara katılmakta ısrar edenlerin hatırı sayılır bölümü ya siyasi ve ideolojik takıntıyla davranmakta ya da hukukçu kimliği ile yazılı kurallara ve teamüllere dair kanaatini paylaşmakla yetinmekte!
Özetle... Ortadaki problemin çözümü, Cumhurbaşkanının hakemliğinde yargı müessesine kalmakta. Son noktada TBMM,
"İş başa düştü" diye inisiyatif almak zorunda!
***
Meclis gündemindeki bir diğer dosya ise
İsveç'in NATO'ya katılım protokolünün onay aşamasına endeksli. Protokol, bugün büyük ihtimalle TBMM Dışişleri Komisyonu'nda görüşülecek. Komisyon Başkanı
Fuat Oktay'ın genel değerlendirmesi ne müzakereleri hızla tamamlamak ne de uzatmaktan yana. İsveç'in terörle mücadele sözüne bağlılığı, yaptıkları, eksik bıraktıkları... Hepsi masaya yatırılacak ve görüşmelerin seyri şekillenecek.
Elbette, devlet aklının bu meseleye yaklaşımı da mühim. İsveç'in
NATO üyeliği, ABD başta
olmak üzere pek çok Batılı
ülke tarafından Türkiye'ye
karşı bir bariyer haline getirilmekte.
Nihayetinde Ankara,
İsveç'teki mevzuatın değişmesi,
daimi üçlü istişare mekanizması
kurulması dahil olmak
üzere ciddi mesafeler alınması
için mücadele etti. Bu aşamada,
İsveç'in NATO üyeliğinin
bir an önce onaylanması
yerine Meclis'in bütçe takvimine,
AB ve ABD'nin tavrına
göre zamanı verimli kullanmakta
fayda var. Son kertede
ise Gazze-Hamas-İsrail denkleminde
Batı ile farklı kulvara
giren Türkiye'nin hem pozitif
ajanda oluşturmak hem de
ahlaki üstünlüğü elinde tutmak
adına, İsveç dosyasını
stratejik açıdan mayınlı alandan
temizlemesi de kaçınılmaz
gereklilik!