Gazze'de tahammül sınırlarını çoktan aşan katliam serisi, sahada yaşananların ağırlığı kadar sahaya etki eden unsurların rolü bakımından da önem arz ediyor. Bunların başında dezenformasyon geliyor. Çoğu zaman da İsrail tarafından üretilen kavramlar, ustaca bilinçaltına yerleştiriliyor ve bir tür meşruiyet üretme oyunu oynanıyor. Örneğin bizim bazı medya kuruluşlarımızın da kullandığı, bir kavram var.
"Israel Defence Force" yani
IDF! Türkçesi ile
"İsrail Savunma Kuvvetleri!" Diyebilirsiniz ki... Ne var bunda? Basit gibi gözüken, sinsi bir kurgu var aslında. İsrail, 1948 yılından bu yana 75 yıldır sürdürdüğü işgali, yasa dışı yerleşimleri, abluka ve zulüm politikalarını kamufle etmek için meseleyi sadece 7 Ekim'deki trajik hadiseye odaklamaya çalışıyor. Böylece, terör örgütü olarak gördükleri ve uluslararası topluma da kabul ettirdikleri bir düşmanla (!) mücadele ettiklerini ileri sürüyorlar. Hal böyle olduğu içindir ki savaş ve insanlık suçu işleyen İsrai l Ordusu yerine İsrail Savunma Kuvvetleri tanımı tercih ediliyor. Yani meşru müdafaa hakkını kullanan bir organizasyondan söz ediliyormuşçasına İsrail ordusunun, sözde Hamas'ı yok etme hedefiyle, her 10 dakikada 1 çocuğu öldürmesi görmezden geliniyor. Hatta o çocukların büyüyünce terörist olacaklarını, erkenden etkisiz hale getirilmelerinin gerekli (!) olduğunu ileri sürecek kadar akıl yoksunu İsrail hükümet temsilcilerine rastlanıyor. Hahamlardan katliam fetvası alınmasından tutun da Gazze'den tahliye edilen ağır yaralılara Refah Kapısı'nda pasaport sorulmasına kadar varan insanlık dışı uygulamalara her geçen gün bir yenisi ekleniyor.
Sözün özü...
Filistinlilerin topraklarını işgal eden, öz vatanından süren, Kudüs'ün özgün statüsünü gasp eden İsrail ordusudur. IDF, İsrail Savunma Güçleri tanımı, katliama gerekçe üretmek isteyenlerin kurduğu tezgâhtır.
***
Bir başka konu da... İsrail'in sivilleri katleden askeri doktrinine açıktan karşı çıkan, ateşkesi ve kalıcı barışı garanti edecek mekanizmaları savunan Cumhurbaşkanı
Tayyip Erdoğan'a yönelik yeniden alevlendirilen karalama kampanyası. Değişik vesilelerle ısıtılıp servise konulan malzeme şu... Ne imiş?
Cumhurbaşkanı Erdoğan,
"Yahudi Üstün Cesaret Madalyası" almış (!) Bu iddia manipülasyondan ibaret. İşin esası bellidir. İftira ve İnkârla Mücadele Birliği (Anti- Defamation League-ADL) tarafından verilen
"Umursama Cesaret Ödülü", Holokost (Yahudi Soykırımı) sırasında Yahudilerin kurtarıcılarını onurlandırmak için verilen bir ödüldür. Dolayısıyla 2005 yılında bu ödülün takdimi Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın şahsına değil, Holokost sürecinde (1933-1945) bazı Yahudileri soykırımdan kurtaran Türk diplomatlar adına yapılmıştır. Hatta ADL yetkilileri de Türkiye'deki çarpıtmalar karşısında,
"Biz, bu plaketi Başbakana teslim ettik. Ama plâket aslında bugün hayatta olmayan Türk diplomatların anısına verildi" açıklamasında bulunmak durumunda kalmıştır.
Demek oluyor ki...
Erdoğan'ın
tarih, insanlık ve kamu vicdanı" karşısındaki büyük çabası ve net duruşu, bu tür girişimlerle sekteye uğratılamaz!
***
Ve nihayet, Gazze bağlamında bir başka boyut da iç siyasette tezahür ediyor. Eski Başbakan kimliği ile parti genel
başkanı kimliği arasında gel git yaşayan
Ahmet Davutoğlu, devlet aklı ile hareket
edilmesini takdir etmekten çok, adeta vatandaşların
hissiyatını tahrik etmeye uğraşıyor.
Bununla da yetinmiyor... Bitmek tükenmek
bilmeyen bir hırs ve ego ile 1. ve 2. Gazze
bombardımanındaki arabuluculuk ve ateşkes
diplomasisini sadece kendisine mal etmeyi
deniyor. Sn. Erdoğan'ın iradesini, kararlılığını
ve verdiği görevi zikretmeden, Gazze'de
yapılanları asli, tarihi ve siyasi bağlamından
kopararak bulduğu her kürsüde kendisi
üzerinden anlatmayı sürdürüyor. Bu sözleri
Saadet Partisi Grubu altındaki Gelecek
Partisi Genel Başkanı olarak serdetmesi, günlük
polemik zinciri içinde bir yere kadar tolere
edilebilir. Yok,
"Ben eski Dışişleri Bakanı, eski Başbakan olarak" diye
cümleye başlarsa orada da -en kibarcası-
"Buradan ileri gitmeseniz daha uygun olur. Bilmesi gerekenler, neyin ne olduğunu unutmuş değil!" denilir.