16 Nisan Referandum süreci,
"saha çalışması, iletişim stratejileri ve seçmen davranışları" açısından önemli mesajlar
verdi.
Sürecin başından itibaren bazı siyasi partiler anayasa kampanyası görüntüsü altında kendi iç problemlerini çözmeye yöneldi.
CHP, anayasa paketine karşı çıktığı her dakika, 5 genel başkan adayı etrafında
"örtülü liderlik yarışını da" alana yansıttı. MHP'de ise
"Anayasa Evet" diyen Genel Merkez'in, partiye karşı atak yapan muhalif bloğu açığa düşürme çabası hissedildi.
AK Parti'ye ise ayrı bir parantez açmak gerek.
İktidar partisinde,
Yandan ve candan çalışanların farkı, baştan itibaren fark edildi.
"Geri kazanma" ve
"yeni kazanma" yaklaşımı eskisi gibi işlemedi. AK Parti teşkilatları ne
"tereddütlü kendi seçmenini tam olarak kazanabildi" ne de
"anayasa değişikliğine ikna edebileceği yeni seçmene erişebildi!" İstisnalar dışında sahadaki faaliyetler, teşkilatların bildiği kişi ve kurumlara gitmekten ibaret kaldı. Karşı mahalleye gerçek manada açılım olmadı.
Gazete, televizyon ve radyolardan oluşan konvansiyonel diyebileceğimiz medya, elinden geleni yaptı. Ama sosyal medya üzerinden üretilip yayılan, yalan rüzgarını tersine çevirmede istenen sonucu alamadı.
"Yeni gerçeklik" denilen, özellikle kuşkulu kitleleri manipüle etmekte kullanılan,
"gerçek dışı bilgiler", bunları doğru kabul etmeye meyilli kesimlerde karşılık buldu. Algı, olguların önüne geçti.
Kentli, eğitimli, sosyo-ekonomik düzeni oturmuş nüfusun, değişime ve yenilikçiliğe olan doğal ilgisi artırılamadı. Bu etkili nüfus toplulukları, yeni sistemin fırsatlarını tam kestiremedikleri için biraz da statükoya yaslandı.
Lakin...
Yorum ve tespitler ne olursa olsun, Türkiye 17 Nisan sabahına
"Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi"ne
"Varım" diyerek başladı.
Şimdi hem bu sistemi inşa etme hem de ülkenin sağduyulu çoğunluğunun enerjisini devlete yansıtma zamanı.
AGİT HEYETİ... ÖN YARGILAR ZİNCİRİ
16 Nisan Referandumu'nu izlemek için Türkiye'ye gelen şu meşhur AGİT Heyeti, ısrarla benimle de görüşmek istemişti. 8 Nisan gününe randevu vermiştim. Biri medya analisti diğeri politik analist, iki farklı ülkeden iki isim geldi. Peki ne oldu?
Derslerine çalışmamış, kopuk kopuk bilgi sahibi iki kişiyle karşılaştım.
Eş dost referansı ile kendilerine dönemsel iş bulmuş izlenimi veren iki kişiydi karşımdakiler.
Soru sormak yerine sorgulamaya gelmiş halleri vardı ki bu noktada benden de gerekli cevabı aldılar!
Bilgi edinmekten ziyade, peşin hükümlerini tescilleme arayışındaydılar.
Türkiye'ye gelmeden önce zaten taslak raporlarını yazmış oldukları her hallerinden belliydi.
Temas ettikleri çevrelerin, Türkiye karşıtlığı ile bilinen AB diplomatları ve marjinal muhalif gruplar olduğu çok açıktı.
Buna rağmen,
"İstediğiniz soruyu sorabilirsiniz" dedim,
"Ik mık" ettiler. Ve benim değerlendirmelerim içinde tek bir noktayı hararetle not aldılar. Dedim ki
"Biz, bu anayasa paketinde tarafız. (Ki onlar, 'tarafsızlık' vurgusu bekliyordu!)
Milletin yaptığı anayasayı, milletin doğrudan hükümetini kurduğu bu sistemi destekliyoruz. Kuşkusuz daha kapsamlı bir anayasa reformuna da ihtiyaç var.
Ama bu ilk adımı çok önemsiyoruz."
Netice...
Türkiye'ye
"gözlemci" olarak gelecek isimlerin,
"yetkin, ön yargısız, alanında uzman olmasında, çok geniş çevre ile temas kurabilecek çalışkanlıkta, Türkiye'deki seçim hukukuna hakim, uluslararası birikim sahibi kişilerden seçilmesinde" fayda var.
Raporun eleştirel yönleri mesele değil.
Mesele, görev sınırlarını aşarak yerindelik denetimine kadar varan, iç siyasete müdahale içeren küstahlığa kayıtsız kalmamak!