Nereye gitse değer katan, farklı soluğunu, enerjisini taşıyan Engin Ardıç 2008 yılından beri Sabah'ta ufuk açıcı yazılarıyla bizimleydi. Dün sabah aramızdan ayrıldı.
En iyi okuruydum bence. Tek bir yazısını kaçırdığımı hatırlamıyorum.
Çünkü gündeme illaki farklı bir bakış açısıyla yaklaşacağını, bir şey söyleyeceğini bilirdim.
Yaratıcı aklın en bariz göstergesi olan mizahını çok severdim.
Gerçek bir entelektüel gibi derdi çoğunluğa değil doğrusuna uymaktı.
Klişelerin, kalıpların, yapmacıklığın uzağından bile geçmezdi.
Kimilerinin diplomalarını alınlarına astığı okullardaki eğitimini "vakit kaybı" görecek kadar tahsilliydi.
Düşündüğü gibi yazardı. Okurunu kendisi kadar ciddiye alırdı.
Tartışmasız cesurdu. Mahallerin konforunda elinin tersiyle itip evreninde yaşamaya cesaret eti.
Özgüven ve karakter sahibi olduğu için açık sözlüydü. Kimseye eyvallahı olmayan, müstakil bir yazar olduğu için yanlış anlaşılırım kaygısını bir tarafa bırakmıştı. Alıştıra alıştıra değil birden söylerdi.
Çoğu zaman direkt dalsa da meselesi şahsi değildi.
Kendisiyle tek anlaşamadığımız mesele sanırım pandemi oldu. Ama sağ olsun aşsızlara, maskesizlere, kapanma karşıtlarına aralarında ben de olduğum için yine de kibar davrandı.
Gerçi Engin abi ne dese bizdeki kredisi tükenmezdi ya. Beynindeki ur nedeniyle hastaneye yatıp yazılarına ara verdiği günden beri gelen okur mesajlarının samimiyetini göreceksiniz...
Her kesimden okur bir şey bulmuş Ardıç'ta. Kim ta kaç yıl önce yazdığı yazısını gönderiyor. Kimi dua ediyoruz diyor.
Bir yazar için anlaşılmaktan daha güzel ne olabilir ki.
***
KALMAZ
Engin Abinin elbette kızanı da çoktu. Ama onlar bile Ardıç yalın gerçeklik kayıtsız kalamaz, "ne söylemiş" diye yazılarını kaçırmadan takip ederlerdi.
Çünkü içten içe, dili sarsıcı olsa da Ardıç'ın son tahlilde doğruyu söylediğinin farkındalardı.
Aşağıdaki satırlar, Ardıç 71 yıllık ömründe pek çok kez uğradığı popülist linçlerden sonuncusuna cevap verdiği yazısından:
"Türkiye'de bir yazı yazılır, sonra 'Onu demek istemedim, şunu demek istedim' diye bir yazı daha yazılır.
Onu da yaptık ama para etmedi.
Kendi karanlıklarında boğulsunlar.
Orson Welles şöyle demişti:
'Bütün hayatım boyunca enerjimin ve yeteneklerimin ancak yüzde 2'sini kullanabildim. Geri kalan yüzde 98 küçük insanlarla itişmekle geçti.' Şunu da iyi bilin:
Bunlar demokrat falan değiller. Hiçbir zaman da olmadılar.
Gelirlerse 'intikam almaya' gelecekler ve terör estirecekler.
Orasını burasını açan kızlar bu kavgada birer piyondur.
Gün akşamlıdır, elbet biz de ölürüz.
Meydan bunlara kalmasın yeter."
Turkuvaz Kitap editörleri Engin Ardıç'ın yazılarından bizleri mahrum bırakmazlar bence.
***
BUGÜN BU İŞİ BİTİRİYORUZ
İlk turda dev gibi bir oy pusulası vardı. Onca adayın, geometrik şeklin arasından oy vereceğin adayı bulmak başlı başına işti.
Kâğıdı mürekkep bulaşmayacak ve zarfa sığacak şekilde katlamaksa bildiğiniz origami. Kendimden biliyorum, zarfa zor zar sığdırdığım pusulam çocukken yaptığım kâğıttan gemilerden halliceydi.
Hal bu olunca oy verme kabininde kalma süresi arttı ve 14 Mayıs'ta oy kuyrukları uzadı. Ortalama bekleme süresi 45 dk. civarındaydı.
Bu kez işimiz kolay.
Küçük tek bir oy pusulası ve üzerinde iki aday.
Müşahit olmadıkları halde sandık başında yardım bahanesiyle dolaşan neyi düğü belirsiz tiplerin yarattığı karmaşa da olmaz herhalde! Muhtemelen ilk turdakinin aksine geçersiz sayılan onca oy sayısı minimum seviyeye inecek. Halkın iradesi sandığa daha çok yansıyacak. Farklı bir galibiyet olacak.
Bizler de sıra beklemeden oyumuzu verip yarım kalan hesabı hızlıca kapatacağız.
İşimiz var. Bu kez gerginlik, bıkkınlık biraz fazla uzasa da pazartesi sabahı hayatımıza kaldığımız yerden devam edeceğiz.
Türkiye için hayırlısı olsun.