Çinlilerin, "Tuhaf zamanlarda yaşayasın"diye bir bedduaları var. Nezaman için söylenmiş bilinmez amabugün içinden geçtiğimiz dünyaya çok uyuyor. Teknolojiden ekonomiye, siyasetten ülkeler arası ilişkiye dünyada tuhaf şeyler oluyor. Ne ortak bir siyasi rota var, ne de kuşatıcı bir ekonomik sistem. Bir yerde dost olanlar bir başka yerde düşman olabiliyor.
Demokrasi ve insan hakları beşiği Batı'da faşizm fışkırırken Doğu'da despotik rejimler "yükselen değer" olabiliyor. Göçmen meselesi vicdanları kanatırken, adalet ve merhamet yerlerde sürünüyor. Darbeciler, "makul ve seküler" diye övülüyor veya kırmızı halıyla karşılanıyor ama seçimle iktidara gelenler "diktatör" ilan ediliyor. Demokratik değerler irtifa kaybediyor. Geçen yüzyılın küresel kurumları BM etkisiz, NATO inisiyatifsiz, IMF ise "esaret" peşinde. Gerçekten tuhaf zamanlardayız. Öyle ki, sadece dünya ölçeğinde değil ülke içinde bile birinin ak dediğine diğeri kara diyor. Her alanda bir "belirsizlik hali" var.
Türkiye bu tuhaf zamanlarda Suriye'den Irak'a, Doğu Akdeniz'den Libya'ya uzanan hatta son dönemde ilk kez "insani" ve aynı zamanda da "aktif" bir dış politika izleyerek ayakta kalmaya çalışıyor. Bunu yaparken de bir zamanlar denildiği gibi ne eksen kayması yaşayarak "İranlaşıyor" ne de "Selefileşiyor", sadece kendisi olmaya çalışıyor.
Her şeyin "çıkar" üzerine kurulduğu bir dünyada, "çıkarın" yanına "karşılıklı çıkarıve değerleri" koyarak farklı bir ses olmak istiyor.
Bu nedenle Suriye'de halkını kimyasal silahlarla bombalayan, Halep gibi kadim bir şehri yerle bir eden Esad'ın değil mazlum muhalefetin sesi oldu. Ve bu nedenle Libya'da darbeci, CIA devşirmesi Hafter'in değil, halkın yüzde 70'ini temsil eden El-Sarrac'ın yanında yer aldı.
Küresel düzeyde de ne kaosla dünyayı yönetmeye çalışan ABD'nin, ne de yeni hegemonya alanları oluşturmak isteyen Rusya'nın kuklası oldu.
Bütün bunları yaparken de onların içerideki uzantıları FETÖ-PKK, dışarıdaki uzantıları DEAŞ gibi terör örgütleriyle ölümüne mücadele ediyor.
İşin en tuhaf yanı ise dünyadaki bu gelişmeleri görmezden gelen içerideki muhalefet partilerinin tuhaflıkları... Türkiye nerede aktif bir rol alsa veya Başkan Erdoğan dünya liderleriyle önemli bir hamleye imza atsa, ilk karşı çıkan içerideki muhalefet partileri oluyor. Ne yazık ki sadece bu konularda değil, ülkede darbe ve terör yapan küresel güçlerin uzantısı olan FETÖ ve PKK'nın yurt dışında Türkiye karşıtı kampanyaları bile CHP, İP veya SP gibi partilerin umurunda değil. Oysa dünyanın birçok ülkesinde bu iki terör örgütü, akıl almaz bir Türkiye düşmanlığı kampanyası yürütüyor.
Peki, buna karşı ne yapılıyor? Başkan Erdoğan, hükümetler düzeyinde etkili bir siyaset izliyor ama bu tek başına yetmiyor. Bu yüzden muhalefetin, sivil toplumun ve üniversitelerin de devreye girmesi gerekiyor. Bu konuda önemli bir adım geçen yılın son günlerinde Endonezya'da atıldı. Önce Endonezya Sufi Ulema Meclisi, "İslamiyet'ezarar veren, şiddet ve terör eylemlerineyol açan FETÖ ve DEAŞ terör örgütününyasaklanmasını" istedi.
Sonra da bu bildiriye yine Endonezya'da bir araya gelen 14 İslam ülkesi uleması imza attı. Şimdi bu imzalar BM'ye götürülecek. Bu sürecin oluşması için çaba harcayan Uluslararası Kafkasya Vakfı Başkanı HayatiKüçük şöyle diyor: "O karardan sonra 6 Aralık 2019tarihinde Endonezya'da 14 ülkenin katılımıylauluslararası bir zirve düzenledik. Bu zirvede yayınlanan deklarasyondaFETÖ'nün bir terör örgütü, Gülen'inde bir terörist olduğunu BirleşmişMilletler'e sunma kararı verdik."
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.