Önceki akşam Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'nde düzenlenen Kültür Ödülleri törenine giderken, içimden "Herhalde bu kez ödül verilenbu değerli isimler üzerinden yeni birtartışma çıkmaz" diye düşünmüş ve o düşünceyle o anlamlı geceyi izlemiştim. Gerçekten de hem BaşkanErdoğan'ın konuşması kucaklayıcı ve kuşatıcıydı hem de ödül alanlar bu toprakların gerçek değerleriydi.
Bu gerçeği konuşmasında Başkan Erdoğan da dile getirdi: "Ödül takdimedeceğimiz isimlerinher birini kültürümüz ve irfanımız içinbirer abide olarak görüyoruz."
Edebiyatta rahmetli Nuri Pakdil,Sinemada Mesut Uçakan, MüzikteMazhar-Fuat-Özkan, Resimde DevrimErbil, Geleneksel Sanatlarda Fuat Başar,Sosyal Bilimlerde Ahmet Yaşar Ocak veMimaride Doğan Kuban ödüllendirilirken,Vefa Ödülü de geçen yıl kaybettiğimizAhmet Haluk Dursun'a verildi.
Her biri kendi alanında duayen isimdi. Başkan Erdoğan da o isimlere, "şükranlarımısunuyorum" diyerek seslendi: "Sanatçı eseriyle bizi ödüllendirmiştir. Bize düşen de ona iltifatetmektir, takdir etmektir, teşekküretmektir. Münevverlerimiz, sanatçılarımız,yazarlarımız, şairlerimiz hertürlü iltifatı hak ediyor."
Öyle de oldu, alkışlar eşliğinde ödüllersahiplerine verildi. Verilirken de her sanatçıkısa bir konuşma yaptı. Onlardan biri demüzik alanında ödül alan, Mazhar-FuatÖzkan'ınMazhar'ıydı. Şöyle bir şey söyledi: "Çok samimi konuşacağım. Bunca yıldır çok ödül aldık maalesefsaklayamadım. Taşınmalar oldu,şu bu oldu. Hemen hemen evde hiçödül görünmüyor bende. Ama buödülü ömrümün sonuna kadar saklayacağım."
Samimiyetle söylenmiş bir sözdü bu. Alkışlandı ve geçildi. Ancak çok geçmeden o samimi sözlerin, sosyal medyada özellikle de "Erdoğan karşıtı, solcu" yayın organları aracılığıyla bir "linç" girişiminin işaret fişeğine dönüştürülmesi inanılmazdı. Artık Mazhar Alanson'un 40 yıllık sanatçı geçmişinin, ürettiklerinin hiçbir önemi yoktu. Nefret üreten bir kitle edepsizce saldırıyordu. Bu kitle bir yandan kutuplaşmadan şikayet ediyor, öte yandan dönüp kutuplaşmanın daniskasını yapıyordu. Aslında bu durum Alanson için şaşırtıcı ve yeni değildi çünkü bir yıl önce, Sabah'tan Göksan Göktaş'ın bir sorusuna verdiği cevapla hem ilk linç girişimini yaşamış hem de o linç kültürünün müsebbibi vesayetçi zihniyeti çok güzel anlatmıştı: "Son dönemlerde kutuplaştık biraztabii. Bunu çözmeliyiz. Türk insanınıçok seviyorum. Başka bir örneğimizyok dünyada. Dünya da bizim farklılığımızıanladı. Vesayet istemediğimizinfarkına vardı. Üzerimizde bugünekadar hep askerin baskısı vardı. Bu kalktı artık çok şükür. Hükümetbir şey yapardı, askerin işine gelmezbaskı yapardı. Ülke sağcı mı solcumu belli değildi. Bu ülkenin çoğunluğuMüslüman ve Müslüman hayatıyaşıyor. Olayımız bu. Karşı tarafınkızmasının, dövünmenin âlemiyok. Bu topraklarda o söylediklerigibi 'laiklik de elden gitmez', gitmedide. Kimse korkmasın. Ülkemizin gerçeklerinikabul edersek hepimiz dahamutlu olacağız. Ben mesela, okullardaAtatürk sevgisini otomatikmanpek çok çocuk gibi aldım bünyeye. Ama Peygamberime de âşığım, ne varbunda!" Ama ne yazık ki bir kesim bu tespitleri,bu felsefeyi, Alanson'un sanatçı kişiliğinive müziğini anlamaktan o kadar uzakki, yoksa bu kadar nefret üretemezlerdi.
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.