Anaların, Diyarbakır HDP il binası önünde devam eden direnişleri öylesine etkili oldu ki, CHP ve İP'in, suçüstü yakalanan ortakları HDP'yi canhıraş sahiplenmeleri, devlet kapısını adres olarak göstermeleri işe yaramadı.
Yaramadı çünkü analar haklıydı ve o haklılık tüm toplumu harekete geçirmeye yetti. Dalga büyüyünce bu kez devreye, darbe dönemlerinin acılarını yaşayan başka başka analar kıyaslaması sokuldu.
Bu pusuda bekleyen PKK ve FETÖ için hatta tek işi Türkiye'yle uğraşmak olan Batı medyası için bulunmaz fırsattı. Anında Cumartesi Anneleri ya da KHK mağdurları üzerinden algı oluşturulmaya başlandı, onlarla ilgili haberler ön sıralara yükseldi.
Bilinçli bu çabanın amacı belli; Diyarbakırlı anneleri etkisiz kılmak. Ancak bu artık mümkün değil. Çünkü şimdi hem geçmişle kıyaslanmayacak şiddet ve teröre karşı yürütülen çok yönlü bir mücadele var hem de toplum artık korku yaratanlardan korkmuyor ve sorunların siyasetle çözülmesini istiyor.
Buna şunu da eklemek gerekiyor, Toplum, PKK ve FETÖ gibi terör örgütlerinin arkasındaki ABD gerçeğini de biliyor.
İşte halkın bu gerçekleri bilmesi, sokaktaki inisiyatifi örgütlerden alması, sesini yükseltmesi, şiddet ve terör baronlarını çılgına çeviriyor.
Kimse de bu gerçeği Cumartesi Anneleri'nin arkasına sığınarak örtmeye kalkmasın. Bu noktada vahim olan, CHP ve İYİ Parti gibi "teröre karşı" olduklarını söyleyen kitle partilerinin bu gerçeği görmek istememeleri... Oysa annelerin bu tarihi çıkışı, bütün siyasi partilerin ortak tavır almaları gereken bir durum...
Alın İspanya'daki ETA terör örgütü örneğini. Başta CHP'liler olmak üzere birçok siyasi aktör, hatta kelli felli bazı profesörler ne yazık ki, terör örgütü-sivil parti ilişkisini ya bilmiyor ya da kasıtlı biçimde çarpıtıyor.
Birçok siyasi aktör Türkiye'de demokratik veya insani haklar verilmediği için terörün devam ettiğini savunuyor. Bunun doğru olmadığı İspanya'da görüldü. İspanya'da anayasada özerklik dahil birçok hak olmasına ve daha sonra Sosyalist Zapatero hükümeti "Herkese kahve" sloganıyla her alanda demokrasiyi derinleştirmesine rağmen ETA silahtan vazgeçmedi. ETA'yı iki şey durdurdu. İlki 1997'de Ermua Belediye Meclis üyesi MiguelAngel Blanco'nun kaçırılıp öldürülmesinden sonra, her terör eyleminde toplumun sokağa dökülmesi... Buna İspanya'da "Ermua Ruhu" deniyor. Bizdeki Diyarbakırlı anaların başlattığı eylem bir yönüyle buna benziyor.
İkincisi de, ETA'ya silahı bıraktırmak için her yolu deneyen ama başaramayan Sosyalist Parti lideri Başbakan Zapatero'nun teröre karşı tavizsiz ve çok yönlü mücadelesine bütün partilerin destek vermesi. Ne yazık ki Türkiye'de siyasi partiler "özel" çıkarları nedeniyle bu noktaya gelmiyor. Onları ortak noktaya belkiDiyarbakırlı analar getirir.
Bu sürecin İspanya'da sadece demokratik açılımlarla yürümediği, içeride ve dışarıda terörle mücadele, siyasi kol Herri Batasuna'ya yönelik olarak da "şiddetlearana mesafe koy" çabasıyla uzun yıllar sürdüğü biliniyor. Son noktayı eski Dışişleri mensubu Akın Özçer'i, "Agur, ETAArtık Yok" kitabında şöyle koyuyor: "ETA yönetimine ardı ardına darbevurulmuş ve örgüt diz çöktürülmüştü. (...) Demokratik Bask ve İspanyol partilerininbirliği ETA'ya silah bıraktırmıştı.
ETA Mücadelesini silahla yürüttüğü için yenilmişti. Ama Franko diktatörlüğünedeğil, demokratik hukuk devletineyenilmişti. En büyük hatasınıdemokrasiye geçişi doğru yorumlamamaklayapmıştı."
Kürt meselesini yaratan CHP, son dönemde bu meseleye kafa yormaya başladı ama bari doğru yerden başlasa.
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.