Başta G7 ülkeleri olmak üzere, gelişmiş ekonomiler için 'sanayi politikaları' kavramı demode bir kavram olarak nitelendirilmekteydi. 1990'lı yılların sonlarından itibaren söz konusu ülkeler için övünülecek konu 'sanayi ötesi toplum' olgusuna geçişti. Bu nedenle, artık sanayi üretimiyle, hele ki çevre açısından zorluklara sebep olan konvansiyonel sanayi sektörlerine yönelik misyonun tamamlandığını düşünüyor ve hizmet ağırlıklı ekonomilerle, ihtiyaç duydukları 'geleneksel' sanayi ürünlerini de başka ekonomilerden, bilhassa gelişmekte olan ekonomilerden 'daha ucuz'a ithal etmek akıllıca gözüküyordu. Ancak, 2020'den bu yana, 'iki siyah kuğu', küresel virüs salgını ve Rusya-Ukrayna Savaşı başta olmak üzere, jeopolitik ve jeoekonomikfay hatları 'sanayi ötesi toplum' olgusunun aslında 'palavra' olduğunu gösterdi.
Bunun üç temel gerekçesi var. Birincisi, 'stratejik otonomi' gerçeği ile ağır yüzleşme. İkincisi, 'sanayi ötesi toplum' olgusunun gelişmiş ülkelerde orta gelirin altında kesimler ve KOBİ'ler için fakirleşme sorununu derinleştirdiği. Bu temel gerçek, gelişmiş ekonomilerin pek çoğunda 'aşırı sağcı' ve hayli tehlikeli siyasi eğilimleri besler hale geldi. İşin acı ve garip yanı, söz konusu siyasi çatlak, neoliberal kesimler tarafından daha 'popülist' olduğu iddia edilen; esasen daha 'milli' politikalar izlediği ifade edilen siyasilerin de tehdit gördüğü; tersine, daha liberal politikaları izleyen ve kendini tehdit altında hissetmemesi gerektiğini düşünen siyasilerin de tehdit gördüğü çok tehlikeli bir siyasi atmosferi derinleştiriyor, gözüküyor. Üçüncü temel gerekçe ise, dijital ve yeşil dönüşümün 40 önde gelen ekonominin tümünde sebep olduğu baskı.
Bu nedenle, Başkan Trump'ın 'Amerika'yı yeniden büyük yapalım' hareketi olsun, Başkan Biden'ın 'Enflasyonu Düşürme Yasası' olsun, ABD bütünüyle 'agresif sanayipolitikaları' sürecine geçmiş durumda. Avrupa Birliği tarafı ise, bu adımlardan ve düzenlemelerden duyduğu hoşnutsuzluğu dile getirdiği ölçüde, AB kanadında da 'agresif sanayi politikaları' boyutunda atılabilecek yeni adımları tartışıyor. Bu nedenle, ilginçtir, OECD üyesi ülkelerin pek çoğunda, stratejik olarak adlandırılan sektörlere kamudestekleri, devlet teşvikleri, sübvansiyonlar geri dönmüş durumda. Oysa, daha 20 yıl önce, 'sanayi ötesi toplum' sürecine geçtiklerini iddia eden aynı gelişmiş ülkeler, yükselen gelişmekte olan ekonomilere stratejik sanayi sektörlerine kamu desteklerini, sübvansiyonları bir an önce sona erdirmeleri yönünde baskı yapıyorlardı.
Bu nedenle, kısa bir süre öncesine kadar sadece yükselen gelişmekte olan ekonomiler sanayiye verdikleri destekle eleştirilirken, şimdi Latin Amerika ülkeleri, Afrika ülkeleri ve Asya ülkeleri ABD ve AB'nin izlediği kamu destekli, sübvansiyon odaklı sanayi politikalarından da zorlandıklarını, haksız rekabet ile karşı karşıya olduklarını dile getiriyorlar. OECD üyesi olmayan ülkelerin pek çoğu kendi yerel sektörlerini 'ithalatızorlaştırarak' korumaya çalışırken, OECD üyesi ülkelerde son dönemde daha fazla kamu desteği, teşviği, sübvansiyonunun öne çıkması hayli çarpıcı olsa gerek. Raporlar, söz konusu kamu desteklerinin, sübvansiyonların göze batmaması için uluslararası kalkınma bankalarının devrede tutulmasının gelişmiş ekonomilerin en etkili tercihi haline dönüştüğüne de işaret ediyor. Sözün özü, gelişmiş ülkeler, sanayi politikalarında geçmişte söylediklerinin tersini yaparken, bunun teknik kamuflajını da bulmuş gözüküyorlar.
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.