Bir sanat galerisinin, bir müzenin, bir semtin de ötesinde bir kentin kaderini nasıl değiştirdiğine Bilbao'da şahit olmuştum. Galatasaray maçı için koca bir kafileyle gittiğimizde, kafamda mutlak ünlü Mimar Frank Gehry'nin o zamanki son eseri, Guggenheim Müzesi'ni ziyaret vardı. "Hadi" dediğimde, koca kafileden, ki onlarca gazeteci de vardı. O zaman maçlar yerinde izlenir, yerinde yazılırdı, dünyanın öbür ucunda, mesela Sydney, mesela Los Angeles'ta olsa bile.. Bugün şehrin göbeğindeki Beşiktaş, Kadıköy'ün kapısındaki Fener statlarına giden yok.. Herkes televizyondan seyrediyor ve yazıyor. Dediğim, Bilbao'ya kadar gelen gazetecilerden hiçbiri meraklanmadılar. Ünal'la ikimiz taksiyle gidiyoruz. Şehre benzeyen şehir bitti, bir rezil getto, yani gecekondu mahallesi başladı. Evler rezil, insanlar sefil.. "Bre aman.. Bu şoför bizi kaçırıyor mu?" derken, karşımızda o muhteşem mimariyi, daha da muhteşem bir çevre düzenlemesiyle gördük.. Denize doğru uzanan olağanüstü bir mimari.. Önündeki dev ağaçlar bile, heykel gibi yontulmuş..
Bugün o rezil ve sefil semt, Avrupa'nın en modern yerlerinden biri.. Bir, tek bir müze, bir semtin değil, bir kentin, Bilbao'nun kaderini değiştirir mi?. Guggenheim olursa değiştiriyor işte.. Bilbao, dünyanın en çok turist çeken kentlerinden biri, Gehry sayesinde.
İstanbul'da Belediye Başkanlığı da yapmış zamanın başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, İnan Kıraç, önüne Tepebaşı'nda, Haliç'e bakan yamaçta, artık çok yaşlı Frank Gehry'nin "Veda Eseri"nin projesini koyduğunda, çok heyecanlanmıştı. Projenin gerçekleşmesi için, bugünkü kapalı otopark ve gene ordaki TRT binasının da müzeye katılması gerekiyordu.
Tıpkı yeni, muhteşem AKM binası için civardaki pek çok şeyden vazgeçildiği gibi..
Hem TRT Genel Müdürü, hem İstanbul Belediye Başkanı, Başbakan'a çok yakın oldukları halde "Bu işi bitirin" talimatını dinlemediler..
Tepebaşı'nın ve İstanbul'un çehresini değiştirecek ve bugünkü Kültür Yolu'na hem de ne başlangıç olacak o "Gehry'nin Vedası" projesi ne yazık ki uygulanamadı. Üstat şimdi 92 yaşında.. Yazık ki, ne yazık!.
Dolapdere'ye Dirimart'a giderken, Gehry ve dönüşen Bilbao nerden aklıma geldi derseniz..
Çağlayan'dan Dolapdere yoluna girdik..
Burada genelde otomobil esnafı vardı. Tamirci, boyacı, kaportacı.. Küçük esnaf vardı.. Kalaycı, hallaç, aklınıza ne gelirse.. Ağır Roman'ın geçtiği, artık şehrin göbeğinde kalmış bir başka Sulukule..
Bedrettin Dalan'ın açtığı o çok geniş cadde bomboştu genelde.. Hızlı gitmemiz gerektiğinde, Büyükdere Caddesi'ni değil, bu boş yolu seçerdik, öylesi..
Bu defa o cadde iki yönlü nasıl yoğun trafikle adeta tıkalı.. Gıdım gıdım gidiyoruz..
Ve ben bu sayede iki yanı da dikkatle seyrediyorum.. Yola cephesi 3 metre bir tek kat dükkân.. "Hurdacı" diye tabelası var. Yanında devasa İstanbul'un en modern yapılarından biri.. 5 yıldızlı otel olmuş.. Ve galeriler.. İstanbul Modern burada.. Koç'un harika galerisi burada.. Gittiğim Dirimart böyle özel ve güzel mimarinin giriş katında..
Nasıl geniş, nasıl ferah bir galeri olmuş o da..
Yani Ağır Roman'ın Dolapdere'si, öyle bir Ağır İstanbul'a dönüşüyor ki, inanmazsınız?.
Önce Dalan'ın caddesi.. Sonra tüm İstanbul'un "kentsel dönüşüm" uygulaması ve nihayet, Galeriler'in bu dönüşen Dolapdere Caddesi'ni keşfetmeleri..
Bugün ve yarın vakit ayırın.. Bir Dolapdere turu yapın.. Hem Dirimart başta o müthiş müze ve galerilere uğrar, hem de İstanbul'un çok yakında en gözde yeri olacak semtini keşfedersiniz..
Peki başlıktaki "Kuyruklu Yıldız" ne oluyor, diyorsanız?.
Çorum'da büyüyüp Güzel Sanatlar Akademisi'nde resim okuduktan sonra Paris'e yerleşen Gürkan Çevik, adının Fransızlar tarafından çok zor söylendiğini görünce, bir müzik gurubundan esinlenerek kendisine uluslararası bir imza buldu.
Komet!.
Komet, Kuyruklu Yıldız demek..
O da ikinci yazıda..
***
BENİM MAVİ TABLO!..
Değişen Dolapdere'de o fevkalade gösterişli binaya girer girmez, Dirimart, Nişantaşı'ndan iyi tanıdığım Dirimart karşıma çıktı.. Girişte resepsiyon, karşısında kitaplık.. Dirimart sergilerinin katalogları da var.. Satılıyor onlar da..
Komet'i görmeyeli yıllar yıllar oldu.. Orada oyalanmadan içeri daldım. Kalabalık ama, dedim ya öyle geniş ve ferah ki salon, herkes ister istemez mesafe kuralına uyuyor.. İlerde, etrafı sarılmış Komet'i gördüm. Hemen ona doğru yürüdüm.. Beş metre kala beni gördü.. Hızla bana yürüdü..
"Merak etme, senin Mavi Resmi yapacağım" dedi..
Güldüm.. "Zor yaparsın.. Bin sene oldu" dedim..
Bu Mavi Resim aramızda bir şaka oldu artık.. En son, tam bir yıl önce, Ocak 2020'de yazmıştım..
Okuyalım mı beraber..
***
Onunla yıllanmış dostluğumuz var.. Paris'te tesadüfen tanışmıştık. O kente gittiğimde
"mutlak"larımdan biridir, St. Germain'deki Cafe Fleur'de kahvaltı etmek.. O muhteşem bulvar kafesinde otururken, Ertekin'le bir sabah, Komet çıkıp geldi. Ertekin'in Paris yıllarından dostuymuş.. Önce sarmaş dolaş oldular.
Sonra Ertekin tanıştırdı. Adam sevilmeyecek gibi değil..
Türkiye'de olduğu zamanlar hep Ertekin'e gelirdi. Saatlerce oturur, sohbetleşirdik, Ortaköy'de.. Öyle can adamdır.
Bir sergisinde, mavi üzerine harika bir resmine rastladım. Baktım fiyatı da uygun.. Hemen davrandım..
Komet
"O resim satıldı ne yazık ki" dedi.
"Ama merak etme, sana ayni maviyi yaparım.." Yıllar geçti, hâlâ yapacak..
Ertekin'in önce Ortaköy'ü, sonra kendisi gidince, buluşamaz da olduk..
***
Yani nerdeyse 10 yıldır benim Mavi Resim (Ama ne maviydi o yarattığı, anlatılmaz) kafasında ama, ortada yok..
Pandemi yüzünden Paris'e gidememiş, Türkiye'de kalmış.. Dirimart patronu Hazer Özil zaten Komet koleksiyoncusu.. "Hadi çalış" demiş.. "Bütün yaptıklarını ben alıyorum.." Yani sergide satılık tek resim yok. Hepsi Hazer Bey'in koleksiyonu..
Eski ve yeni Kometler bir arada.. Gel de kıskanma.. Adamda bir hazine var..
Komet nerdeyse benimle yaşıt. Bu yakınlarda bir de ameliyat geçirmiş, ama nasıl çakı gibi inanmazsınız.. Kokteylde durmadan ayakta durmaktan ikimiz de yorulduk.. "İçeri geçelim biraz oturalım" dedi. Geçtik. Patron ofisi. Ama sadece ben oturdum. İçeri durmadan birileri geliyor. Komet her gelen için ayağa kalkıyor. Resimler çekiliyor.. Otur kalk, otur kalk.. Yani dışarıda ayakta dursa daha az yorulacak..
"Benim sergime gelmişler. Ayıp olur" diyor, başka şey demiyor..
Haline dayanamadım. Hazer Bey'e "Aman göz kulak ol, fazla yorulmasın" diye emanet ettim.. Kaçtım..
Mavi Resim mi?. Güldürmeyin beni..
***
ACISIZ MEKSİKA LOKANTASI'NA GEL!..
Komet'ten çıkınca bizim çocuklar, Caner ve Mehmet'e "Hadi Milli Reasürans'taki Meksika Lokantası'na gidelim" dedim..
"Pandemiden beri uğramadık.."
Meksika mutfağı benim gibi acı sever için bile acıdır. Acıyı ağzına koymaz Caner'i düşünün.. İlk gittiğimizde hüngür şakır yemişti, ama yemiş ve de sevmişti. Çikolatalı tatlısı bile zehir biberli olan Ranchero'yu.
Gittik. Arabayı park edip Reasürans pasajına girdik. Girince hemen soldaki ilk koridor.. Tamam orda, ama dönüyor da.. Döndük ki, uzuyor da uzuyor. Nerdeyse bütün pasaj Ranchero olmuş. Pandemi bizimkilere yaramış.. Millet küçülür, hatta kapanırken, onlar büyümüşler..
Her masa dolu. İçerde diplerde bir masa buldular bize..
Menüler geldi.. Bre aman..
İçeri ve dışarısıyla bir L harfi gibi uzanan Ranchero'dan bir görünüm..
Nasıl büyümüş, genişlemiş liste..
Bakmamız, seçmemiz ve bize çok yardım eden Emre kardeşe siparişleri yazdırmamız yarım saat sürdü..
Sonra bekleme başladı. Meksika mutfağı böyle. Kazandan kepçe ile gelmez. Sen sipariş verdikçe ateşe konur.. Lezzet ondan..
Beklerken etrafa, tümü dolu masalara bakıyorum. Görebildiğim masaların dörtte üçü, kız kıza, kadın kadına gelenler..
Bu ne güzel bir işaret.. Hem Milli Reasürans, hem Ranchero açısından..
Hem de sosyal açıdan..
Kadınlarımız, kızlarımız, gece bir yere gitmek için artık bir erkeğe muhtaç değiller..
Yemekler sıra ile geldi.. Nachos ile başladık. Buffalo soslu tavuk kanatları ve fajitas ile devam edip, vulcano adlı çikolata sufle ile bitirdik..
Hepsi ortaya geldi tabii.. Cem Yılmaz usulü.. Little little, in the middle..
Lezzet nefis.. Ama acı yok..
Hayatımda ilk defa acısız bir Meksika.. Emre izah etti.. Meksika acısı Türk ağzına çok fazla gelmiş..
Yemeğin aslına dokunmadan, Meksika biberini bayağı azaltmışlar..
Azalınca dükkân durmadan büyümüş, masalar da doldukça dolmuş..
Perşembe akşamı yer yok anlayın..
Patron Fatih Bey, "acısızlık"tan şikâyet ettiğimi görünce bana bir Meksika acı sosu armağan etti.
Bir raf yapmışlar, orda satıyorlar.
Meksika sosu, baharatı var. Hazır tortilla var.. Ötesi de zaten bizde var.
Evde Meksika yemeği yapmak isteyenler için..
"Bir daha geldiğimde, bu sosu ve bu baharı masamda isterim, kendi acımı kendim dökerim" dedim. Gülüştük, sarılıştık, ayrıldık.
***
TEBESSÜM
O avukattan dün bir not daha aldım.. "Son uyarım" diye başlıyor.
Harika!. Demek beni bir daha rahatsız etmeyecek!.
***
SEVDİĞİM LAFLAR
"En büyük becerim, küçük istemek olmuştur." Henry David Thoreau