Dünkü Tebessüm köşemizdeki şaka(!) şöyleydi..
"Devlet memuru, ofiste yan masada oturan devlet memuruna döndü..
'Halk bize niye kızıyor anlamıyorum' dedi. 'Biz hiçbir şey yapmıyoruz ki!.'"
Ama yazarken, şaka değil, gerçek olduğunu biliyordum.. 29 Ekim günü yaşadığım, belki de İstanbul'da bininci kez yaşadığım bir olay, acınacak halimize nasıl güldüğümüzün kanıtıydı.
İçişleri Bakanı
Süleyman Soylu, İstanbul trafiğinde çözümü geçin bir santim
bile ilerleme olmadığından şikâyet edenler
için,
"Trafiğin düzelmesi için, halkın da sorumluluk duygusu içinde kurallara uyması gerekir. Herkesin başına polis dikemem ki" dediğinde, nasıl haklı
olduğunu anlatan bir yazı kaleme almıştım. Trafik polisini de en çok eleştiren bir yazar olduğum halde.
Ama asıl eleştirme baş sebebimi de defalarca yazdım..
"Gözünüzün önünde suç işlenmesine izin vermeyin hiç değilse. İzin verdiğiniz zaman, devleti küçük düşürüyor, onunla alay ettirmiş oluyorsunuz.. O zaman ortada görünmeyin ki, hiç değilse devletin saygınlığına zarar gelmesin.. İnsanlar 'Polis olsa, bunlar olmazdı' desinler.. Gözünüzün içine baka baka kuralları paramparça ederek çekip gidenleri seyredeceklerine.."
***
29 Ekim günü.. Öğleden sonra saat 2 civarı.. Karaköy'den geliyoruz, Beşiktaş'a doğru. Sahil yolundan.. Yol bomboş deseniz yeridir. Kabataş'a gelmemiz beş-altı dakika sürmedi bile ve.. Ve Kabataş'ta trafik aniden tıkandı.. Gıdım gıdım da gitmiyor ve duruyoruz nerdeyse.. 10-15 dakika sonra Dolmabahçe Sarayı'nın oralara geldiğimizde durumu gördüm..
Ulusal bayramlarda Ankara ve İstanbul'da insanlar Mustafa Kemal Atatürk'e koşarlar.. Ankara'da Anıtkabir!. İstanbul'da gözlerini hayata kapadığı Dolmabahçe Sarayı'nda, aynen muhafaza edilmiş odası.. Özellikle çocuklarını da götürürler.
Sarayın bahçe kapısının dışında, sahilde arabası ile gelenler için bir otopark vardır. O otoparkın girişinde bir güvenlik görevlisi ve onun yönettiği inen, kalkan bir bariyer direği var. Direk inmiş ve önünde kocaman bir "Dolu" levhası konmuş. Hemen yanında "Çıkış" kapısı var. Çıkıştan bir araba çıkarsa, görevli bariyeri kaldırıyor ve sırada bekleyen bir arabayı içeri alıyor..
Otopark girişinden anacadde, Dolmabahçe kavşağına kadar olan yol kısa.. Sıra en fazla 6-7 araba alıyor. Ama Taksim yönünden gelip saray otoparkına gitmek isteyenler, kavşaktan çıkacakları yolun kapalı olduğunu göre göre kavşağa giriyor, damalı alanda duruyor ve Kabataş-Beşiktaş ana arterini kilitliyorlar.
Anayol tamamen kesiliyor. En iyi durumda da tek şeride iniyor.
Bir otobüs gelirse onun geçemeyeceği kadar dar bir şerit.. Kabataş- Dolmabahçe arası bu yüzden kilit.
Bir kentte trafiğin akışını bilerek, görerek engellemek suç.
Yasal olarak da tarifi yapılmış suçun..
"Çıkamayacağın kavşağa girmeyeceksin!."
O kavşakta 3 çıkış var, Taksim'den gelenler için.. Kabataş yönü boş. Beşiktaş yönü boş.. Dolmabahçe Sarayı otopark yolu ise dolu. Orada tek sıra arabalar bekliyorlar..
O zaman Taksim yönünden gelenlerin yapacakları şey, kavşağa girmemek.
Çünkü damalı olarak çizilmiş, işaretlenmiş adanın içinde durmak yasak. Öyle durumda, uygunsa geldiğin yolda, çıkacağın yolun açılmasını bekleyeceksin. Orda da duramıyorsan, sağa veya sola dönüp gidecek, bir tur atıp şansını bir daha deneyeceksin.
Bizim insan bunu yapar mı?. Los Angeles'li yapar. Çünkü orda çıkamayacağı kavşağa girmenin cezası 1200 dolar..
Bizde 3 otuz para, o da asla kesilmez..
İstanbul Emniyet Müdürü bir koçan göstersin bana..
"Herkesin başına polis dikemem" diyen İçişleri Bakanlığı, ulusal bayramlarda Anıtkabir ve Dolmabahçe'de yığılmalar olacağını bilip, bu iki mekâna giden yollarda önlem alınmasını vali ve emniyet müdürlerine bildirir tabii.. Yani?.
Önümüzdeki otobüs yüzünden ileriyi görmediğim için, yukardan inenlerin tıkayıp tek şeride indirdikleri anacaddedeki kavşaktan nihayet geçebildikten sonra, durumu, daha doğrusu faciayı gördüm..
İki polis ekip arabası arka arkaya, kavşağın 5 metre ilerisinde sağa park etmişler.
İçinde ikişer polis oturuyor.. Suçun hemen önünde.. İki araba. İkisinde de polisler içerde..
Arabalar da Beşiktaş yönüne bakıyor.
Kavşağa değil.
Caner'e "Önlerine park et" dedim.
İndim arabadan, öndeki arabaya yaklaştım..
Şoför mahallinde oturan polis beni tanıdı. "Merhaba Hıncal Ağbi" dedi.
"Selam" dedim.
Ve elimle hemen beş metre gerimizdeki kavşağın içinde duran ve sahil yolunu tek şeride indiren arabaları gösterdim.
"Bomboş anacaddede trafiği tıkayan ve kilitleyen bu arabalara niye müdahale etmiyorsunuz, memur bey" dedim..
"Biz trafik polisi değiliz" dedi ve arabanın yanındaki "Polis" yazısını gösterdi..
"Biliyorum ve görüyorum" dedim.
"Ama başka bir şey daha biliyorum.
İçişleri Bakanı Soylu, göreve başladığı zaman bir genelge yayınladı.
Kopyası bana da geldi.. 'Polis, önünde işlenen suça anında müdahale edecektir.
Burası benim bölgem değil ya da bu suç benim şubemi ilgilendirmiyor, diye bir mazeret olamaz. Devletin resmi polisi, önünde işlenen suça seyirci kalamaz' dedi, değil mi?." "Haklısınız" dedi o çok kibar polis..
"Ama burada trafik polisi de var.
Hemen ona haber vereyim. O kavşağa gidip el koysun.." Telsizle haber verecek, iş işten geçecek sanıyorum. Arabadan çıktı, arkaya doğru yürüdü ve işte o zaman, sarayın bahçe duvarının dibine, ağaçların gölgesine park ederek, hem arazi olmuş hem de öğle güneşinden kurtulmuş, püfür püfür keyif yapan ve bizim gibi Beşiktaş'a giden vatandaşların çektiği işkenceyi umursamayan 34 A 5635 plaka numaralı ekip arabasını gördüm. Üzerinde de kocaman "Trafik" yazıyor. Oraya "görevli" yollanmış, muhteremler..
Bizim polis, trafik ekip arabasına gitti.
Şoför mahallindekiyle bir şeyler konuştu.
Döndü, şoför mahallindeki yerinde kaldı. Yanında oturan indi, kavşağa gitti. Tek başına bir şeyler yapmaya çalışıyor, ama bir kişi yetmiyor kilidi çözmeye..
Öne gidemeyen, geri de basamayan, ama ana arteri tıkayan arabaları Beşiktaş yönüne sevk ediyor. Ama bizim millet uyanık ya.. Bu defa caddeyi otoparka bağlayan bölünmüş yolun, ters yani çıkış tarafına dalıyor. Bu defa da çıkışı tıkadıkları için, ordaki güvenlik onları en evvel içeri alıyor ki çıkış mümkün olsun.. Suç işleyeni bir de ödüllendiriyorlar.
Arkadaşını kavşağa gönderip kendisi gölgede keyif yapanın ve ekip arabasının resmini çekmesini istedim Caner'den. Rezaleti belgeli yazacağım çünkü. Resminin çekildiğini görünce dışarı fırladı.
Üstüme geldi..
"Ne oluyor?" dedi..
"Görevimi yapıyorum" dedim. "Ben gazeteciyim.
Bu ülkede doğru gitmeyen şeyleri yazmak ve eleştirmek görevim.
Buradaki durumu da yazacağım" dedim..
"Vay bana hakaret ettiniz" dedi.. "Hangi sözüm hakaret" dedim.
Durdu bir laf bulamadı..
"Beni tehdit ettiniz" dedi.
Oradaki polis ekibine işaret etti..
"Bunu alın" dedi..
Polis hayretle bakıyor.. Lafı değiştirdi. "Kimlik tespiti yapın, davacı olacağım" dedi.. Hemen kimliğimi ve adresimi söyledim polise..
Bu arada, gölgede keyif yapma dışında tek işi beni korkutmak ve ordan kaçırmak olan polis de elindeki telefonla durmadan kayıt yapıyor..
Baktı bir şeyden korktuğum yok, "Şikâyetçi olacağım" dedi, gitti. İnşallah olmuştur. İnşallah soruşturma açılır ve ben de, Caner'in cebindeki diğer resimleri de sunar ve kimin hem suçlu, hem güçlü olduğunu yetkili ve görevlilere anlatırım..
İçişleri Bakanı Sayın Soylu'dan dileğim..
Herkesin başına polis dikemezsiniz.
Tamam.. Ama görev verdiğiniz ve bir işe yolladığınız trafik polislerinin işlerini doğru yapmalarını sağlarsanız, İstanbul trafiği yüzde 50 rahatlar.. Yüzde 50.. Çünkü bu kentte trafiği tıkanan yollar ve bölgeler belli..
Hepsinde de polis var. Ama gidin bakın, hemen hepsi sorunun bittiği yerde, ekip aracında oturuyorlar.
Sorunun başladığı yerde duran, sorunun sebebini gören ve müdahale eden yok. Kendisini aşan durumları rapor eden, çözüm öneren de yoktur, eminim..
Size kaç defa yazdım Sayın Soylu..
"Bir tek bir kere, benim arabamla, kimseye haber vermeden ya da sizin sivil plaka arabanıza beni alın. Gideceğimiz yeri şoförünüze ben söyleyeyim ve size orda olup bitenleri göstereyim ve siz karar verin.. Bu polisle İstanbul trafiği düzelir mi" dedim.
İşte gene diyorum.
Bunları valiye, emniyet ya da trafik müdürüne yazmıyorum. Çünkü onlar emir almış gibi benimle muhatap olmuyorlar.
Benim vergilerimle maaş alan basın bürolarına da cevap verdirmiyorlar.
Bu yüzden tek muhatabım sizsiniz, Sayın İçişleri Bakanım..
Bekliyorum..
Bu arada sizden bir ricam var..
Yazımda anlattığım o trafik polislerine lütfen ağır ceza vermeyin. Çünkü iş öyle laçka olmuş ki, yüzlercesi öyle.. Bu polisin aslında tek günahı, o gün benim o yoldan geçmem..
Uyarın. Bundan sonra neler yapacağınızı söyleyin tamam.. Ama tek günahı benim yoluma çıkmak olan talihsiz bir personelinize sakın ağır ceza vermeyin. Onun bir ailesi var. Herkesin yaptığını yapan babaları için onlara hele ceza verirseniz, vicdanınız sizi rahatsız eder. Benimki de beni..
Saygılarımla, Sayın Bakanım!.
***
SEVDİĞİM LAFLAR
"Hayat boyu kimseyi suçlamayın. İyi insanlar sizi mutlu eder. Kötü insanlar sizi tecrübeli yapar. En kötü insanlar, size ders olur. En iyi insanlar sizde anılar bırakır." Martha Okeke
***
TEBESSÜM
- Hapşırmak ne zaman çok tehlikelidir?.
- İshal olduğunuz zaman!.