SABAH’ın gururu Uğur Yıldırım ve Büyük Britanya!..
*
Uğur Yıldırım, Sabah gazetesi muhabirlerinden. Ama habere kendi fotoğraf makinesi ile gidiyor ve haberini kendi resimliyor.
Coşkun Aral, bu ülkenin yetiştirdiği en büyük foto muhabirlerinden. Kendisini yakından tanırım ve çok severim.. Müthiş haberci, müthiş belgeselcidir, müthiş fotoğrafçılığı yanında. Onun başkanlığını yaptığı Türkiye Foto Muhabirleri Derneği, çok önemli ve saygın bir Sivil Toplum Örgütü ve meslek kuruluşudur.
İşte bu derneğin 36 yıldır aralıksız düzenlediği "Yılın Basın Fotoğrafları Yarışması"nda, bu yıl, yani 2021'de büyük ödülü, "Yılın Basın Fotoğrafı Ödülü"nü Sabah Muhabiri Uğur Yıldırım kazandı.
Bu gerçek gazetecilik ödülüydü. Her gün bir başkası düzenlenen dandik yarışmalarda, adlarını gazete ve televizyonlarda duyurmak için bol keseden ve her kuruma paylaştırarak dağıtılanlardan değildi, yani.
Ne yazık ki, Coşkun Aral gibi bir dünyaca ünlü gazete fotoğrafçısının başkanlık ettiği derneğin bu saygın yarışmasında, büyük ödül de dahil, toplam dört dalda dereceye giren ve Sabah'a 4 ödül getiren Uğur Yıldırım'ın adı, minnacık haberin başlığında bile geçmedi. Ödül alan fotoğrafları yayınlanmadı.
Uğur adına utandım ve geçen hafta sonu yazdım..
"Fotoğraflarını bana gönder. Ben salı günü köşemde yayınlayacağım.." Ama dün yayınlayamadım. Dr. Erdoğan Karatay'ın Moskova'dan gönderdiği, "Puccini, Bolşoy, Murat Karahan ve Mustafa Kemal" yazısı öylesine bir duygu, coşku ve zafer anıtıydı ki ülkem için, tam sayfamı fotoğraflarıyla birlikte ona ayırdım.
Uğur'un gönderdiği fotoğraflar ertelendi..
Bugün iki fotoğraf var sayfamda.. "Yılın Fotoğrafı Büyük Ödülü" ve "Pandemi Fotoğrafları Ödülü"nü kazananlar..
Diğer iki ödülün fotoğrafları da, yarın ve öbür gün.. Bugünkü Pandemi Fotoğrafları Yarışması İkincilik Ödülü'nü kazanan fotoğrafa iyi bakın..
Resimaltını da iyi okuyun..
Baktınız, okudunuz mu?. Şimdi dinleyin..
Londra'da yaşayan bir yakınım karın bölgesinde şiddetli bir sancı hissedince, en yakın hastaneye sürünerek ve yolda baygınlık geçirerek gitti. Acilden girdi. Sancıdan yıkılmak üzereyken bir görevli geldi.
Ordaki bir sandalyeye oturttu. "Burda bekleyin.
Az sonra muayene ve tahlilleriniz yapılacak, emarınız çekilecek" dedi. Yakınım o sandalyenin üstünde 3 saat bekledi. Gelen giden olmayınca ordan geçen bir hastabakıcının koluna yapıştı.
"Burada saatlerdir sancılar içinde muayene için bekliyorum. Gelen giden yok" deyince, hastabakıcı "Siz İngiltere'de yaşamıyorsunuz galiba" dedi ve gitti. Bu lafın ne anlama geldiğini, Londra'da yaşayan bir başka arkadaşımdan öğrendim.
Hasta yakınımın ailesi telaş içinde beni arayıp "Londra'da yardım edecek biri var mı?" diye sorduklarında "Var" dedim ve ordaki yakın dostumu aradım.. Durumu anlattım..
"O yakınının şu anda oturduğu bir sandalye var mı?" diye sordu.. "Var" dedim..
"O zaman haline şükretsin ve oturmaya devam etsin ki o sandalyeyi de kaptırmasın.
Hele başka hastaneye gitmeye teşebbüs dahi etmesin. İngiltere'de sağlık sistemi çöktü" dedi.
Dünyanın en iyi sosyal tıp düzenine sahip İngiltere'de korona, sağlık sistemini çökertiyor, düşünebiliyor musunuz?.
Ya bizde.. "Pandemi Fotoğrafları Ödülü"nde dereceye giren resme bir daha bakın.. Ve şimdi yorumlayın.. Özellikle de korona ile mücadelemizi ağır eleştirenler, ki "Şehir Hastaneleri"ni de daha önce en ağır eleştirenler onlardı, çok iyi yorumlasınlar..
Demek ki, biz korona ile savaşta İngiltere'den daha başarılı olmuşuz ki daha az hastamız var. Yani sistem ayakta..
Hastane, yatak, yoğun bakım ve entübe etme olanakları, hasta sayısına göre, göreceli olarak İngiltere'den çok daha iyi.. Bu da iki..
Yani.. İngiltere'de yaşayan Türkler.. Kendinizi iyi hissetmiyorsanız ve imkânınız varsa hemen ilk uçakla Türkiye'ye gelin ve istediğiniz hastaneye yatın.
Anında en gerekli ve en iyi bakıma alınacaksınız, mesela İstanbul'da.. Bir sandalye bulursanız, şanslı sayılacağınız Londra'da değil..
2021 yılında, pandemi içinde "Ne mutlu Türkiye'deyim diyene" diyorsak, hele de bunu Dünyanın En Büyük Sömürge İmparatorluğu Büyük Britanya'ya, ki bir ara İstanbul'u bile işgal etmişlerdi, bakıp söylüyorsak, gerçekten ne mutlu bize..
***
BİR UTANAN ÇIKTI!.. BRAVO BÜLENT!..
Geçen hafta başında, içimde gene kötü hisler, gene bir umutsuzluk vardı ama hafta sonunda öyle iki maç vardı ki, kim ne derse desin, biraz olsun futbol, biraz olsun heyecan beklettiriyordu bana..
Pazar günü Fenerbahçe-Alanya..
Pazartesi Beşiktaş-Galatasaray..
Ali Koç'un 52 futbolcu alarak ve 7 hoca değiştirerek maddi manevi iflas ettirdiği Fenerbahçe, bu ligin hücum futbolu oynayan tek takımı Alanyaspor ile oynayacaktı.
Hem Ali Koç hem de hocaları Pereira için kader maçı olabilecek ölçüde önemliydi. Ali Koç bu maçta stadı doldurmak için elinden geleni yaptı.
Önce Trabzon dönüşü gece yarısı Sabiha Gökçen Havalimanı'nda megafonlu, önceden çağrısı yapılmış, düzenlenmiş kalabalıklara, İstanbul Valisi ve Emniyet Müdürü'nün duymazdan, görmezden gelmesi sayesinde "Bu hafta Saracoğlu dolsun" dendi. Sonra lafta kalmasın diye, bu ülkenin illerindeki bütün Fenerbahçe cemiyetlerine, bilet ve maddi yardımlar yapılarak İstanbul'a gelmeleri sağlandı.
Ali Koç elinden geleni yaptı, yani. Bu maçta seyre değer bir şeyler olabilirdi.
İkincisi.. Kim ne derse desin, neticede bir derbi maçıydı Beşiktaş-Galatasaray!.
Siz siz olun da bir şeyler ummayın şimdi..
Fener-Alanya maçı ilk çöküntüm oldu. O "En iyi hücum futbolu oynayan takım" dediğim Alanya, ilk yarı boyunca 0 şutla oynadı. Tüm takım kendi kalesine 30 metreye kadar çekiliyor ve orada 11 kişi ile savunma yapıyordu.
"Bülent oynatıyor bu iğrenç futbolu, hem de" diye kahroluyordum.
Alanya'nın ilk şutu 75'inci dakikada geldi ve gol oldu. Fenerbahçe 80'de beraberliği sağladıktan sonra, ikinci şutunu 90+3'te attı. O da gol oldu ve Alanya 2-1 kazandı.
Hele ilk devrede, Alanya'nın bomboş bıraktığı sahanın dörtte üçünde topa sahip olan Fenerbahçe de, pek bir şey yapamıyordu, çünkü bir yandan Ali Koç, öte yandan Fenerli medyanın baskısı ile ne yapacağını şaşıran ve onlara teslim olan Pereira, artık ülkemize gelen "ilkeli adam" olmadığını geçen hafta göstermişti ama şimdi böyle teslim olan rakip karşısında herhalde bir şeyler yapmalıydı. Ama yapamadı.
Sahaya çıkardığı bol değişikli, özellikle de Mesut'suz, yani lidersiz takım 20 şut, 9 korner, 18 duran top atmasına, 49 orta yapmasına, rakip ceza alanında 46 defa topla buluşmasına rağmen, pozisyona bile giremiyordu.
Çünkü takımın görünürdeki tek golcüsü Valencia da, aynen lider Mesut gibi kenarda oturuyordu.
Koca Fener'de lider futbolcu yoktu.
Ne var ki Alanya, o kadar çirkin savunma oynuyor, o kadar çok faul yapıyor, gene de en yok yere yatan ve bilmem ne gibi çığlıklar atarak, ambulans helikopteri ister gibi kıvranan sahtekârlıklarla oynuyordu ki, alenen ve resmen Fener'in kazanmasını istiyordum. Alanya kazanınca kahroldum. Ne var ki ertesi gün gazeteler içimi rahatlattı..
Bülent Korkmaz, "Futboldan memnun değilim.. Hele de ilk yarıdakinden" diyordu.
Fenerbahçe önünde kendi kalesinin önüne kadar çekilip, tam da Fener'in istediği oyunu oynamak, meğer futbolcuların psikolojisinden geliyormuş.
Başkası söylese inanmazdım. Ama Bülent'i daha 18 yaşında hem de Şampiyon Kulüpler Kupası deplasman maçında ilk defa A takımı forması giydiği günden beri tanırım. Mert çocuktur. Öyle diyorsa öyledir. Hem de Fener'in stadında, neredeyse kucak kucağa oturmuş binlerce Fenerli önünde, Fener'i yenmekten değil, oynadıkları kötü futboldan söz ediyorsa, bu umutlanacak bir şeylerin olduğunu gösterir..
Derbi mi?. Onu da yazarsam, sayfamda Uğur'un resimleri posta pulu gibi kullanılabilir.
Beşiktaş-Galatasaray'ı yarın konuşuruz. Çünkü o konuda lafım çok.. Ama bitirmeden İstanbul Valisi ve Emniyet Müdürlerine ve onlar gibi benim vergilerimle maaş alan basın bürolarına, gene "Gık" demeyeceklerini bile bile bir sorum var..
Fener Stadı'nda, korona önlemleri aynen devam ederken, 90 dakika boyu kamera karşısında duran kapalı tribün Fenerlilerinin, devletin koyduğu kuralları nasıl hiçe saydıklarını, nasıl maskesiz ve nasıl kucak kucağa oturduklarını 80 milyon izledi de, bir tek siz mi izlemediniz?.
O statta güvenlik önlemi alınmadı mı?. O insanların yarıdan fazlası yurdun dört bir yanından geldiler, geldikleri yere dönecekler. Korona mı götürsünler istiyorsunuz Vali Bey ve onun Müdür Beyleri?.
Bin defa yazdım 30 yıldır bu köşede..
"Uygulayamayacağınız yasağı koymayın ki, birtakım aşağılık ruhlu, kural ve devlet otoritesi tanımazlar, o yasağı devleti küçük düşürmek, devletle alay etmek için kullanmasınlar" dedim.
İçişleri Bakanım Sayın Süleyman Soylu..
O maçın bandını istetin ve o kapalı tribünün halini yakın çekimde izleyip, bizi, yani İstanbulluları emanet ettiğiniz insanlar hakkında bir karar verin.
Lütfen.. Ama lütfen artık!.
***
TEBESSÜM
- Adın ne?.
- İlkay!.
- Ocak mı?.
- Defol!.
- Kızdın mı?.
- Kızdım!.
- Sonra mı erkek oldun?.
- Yürü git lan..
- Onu seviyor musun?.
- Evet!.
- Peki dokuzu?.
- Kaçma lan, kaçmaaa!..
***
SEVDİĞİM LAFLAR
Gidip de yorulma çok uzaklara Sen, 'Sen'i gel benim içimde ara Abdurrahim Karakoç
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- En güzel manzara... İnsan!.. (23.11.2022)
- Türk ve Norveç Halk Müziği’nde ortak noktalar!.. (24.04.2022)
- Bugün için yazmak içimden gelmedi, inanın!.. (23.04.2022)
- Domenec Torrent, hoca moca değil!.. (22.04.2022)
- Pitbull dehşeti ve verilen komik ceza!.. (21.04.2022)
- Bravo Yıldız!.. Bravo Mevlüt!.. Önce ‘İnsan’, önce ‘Çocuklar’ çünkü... (20.04.2022)
- Ne mutlu bana Erol, sana değil, bana! (19.04.2022)
- Muhteşem Çeşme Projesi ve istemezükçüler!.. (17.04.2022)
- Bir muhteşem okul... Bir muhteşem sergi... (16.04.2022)
- “Türkiye’nin ne güzel yolları var” turu!.. (15.04.2022)