“Bir Başkadır” başka falan değil!..
Yeğenim Zeynep'te geleneksel aile kahvaltımıza gitmiştim geçen cumartesi gene.. Dört kişiydik. O, damat Tolga, Ercan, ben. Kahvaltıdan sonra Zeyno "Bir Başkadır"ı seyredelim birlikte, hiç değilse ilk bölümünü dedi. İş güç yok nasılsa. Oturduk ekranın başına.. Bitince de kaçtık biz, Ercan'la..
Pazartesi, salı akşamları, maç falan da yok. Bol vakit var.. "Hıncal dişini sık, kalan 7 bölümü de izle ve anlamaya çalış, 'Bir Başkadır' niye kıyamet koparıyor bu ülkede" dedim kendi kendime..
Dört bölüm pazartesi, 3 bölüm de salı günü izleyip bitirdim, ama ben de bittim..
"Merak kediyi öldürdü" der ya, Amerikalılar.. Burada kedi, bendeniz oldum yani.. Öldüm.. Keyiften değil, sıkıntıdan..
Berkun Oya'nın yazıp yönettiği bir oyun vardı, gene mi Zeyno zorlamış da, gitmiştik ne, "Dünyada Karşılaşmış Gibi.." Onu hatırladım. Girdim internete, yazdığım yazıyı buldum.. Bakın ne demişim..
*
"İnsanların bol vakitlerinin olduğu Shakespeare Trajedileri gibi bitmez tükenmezliklere, bu televizyon ve internet çağında tahammül etmek zor. Üç saat oyun izler mi, bugünün seyircisi.. Hele üç saatlik değil, 30 dakikalık bile lafı yoksa..
Hele de Berkun Oya'nın yazdığı gibi, yüzde 80'i monologlardan oluşan bir oyuna..
Berkun diyalog yazmayı bilmiyor sanki.. Biri lafı alıyor. 10 dakika anlatıyor, öteki (ler) bakıyor sadece.. Sonra öbürü lafı alıyor.. O başlıyor anlatmaya..
3 saatlik bir "Seyircinin sabrını ölçme" testi sanki..
Ben sabrettiysem, birincisi, ilk perde "Nihayet" bitince arkadaşlarımı bırakıp gidemediğimden.. İkincisi.. Oyuncuların hepsi, ama hepsi gerçekten harika oynuyorlardı. İşte onlar gerçekten seyre değdi de, dayandım.
Kusur, Berkun Oya'nın hem yazar, hem yönetmen olmasında.. O bitmez tükenmez monologların kelimesine kıyamamış.."
*
Bu yazıyı kelimesi kelimesine "Bir Başkadır" için söyleyebilirim.. Berkun gerçekten Shakespeare'iyen tiradlar yazıyor.. Ama Shakespeare 400 yıl öncenin oyun yazarıydı. Sinemasız, televizyonsuz, eğlencenin az, vaktin bol olduğu devirlerde insanlar gidip 3 saat o tiradları dinliyor, keyif de alıyorlardı.
Bugün Shakespeare, okumak için. Müthiş zevk okumak ve düşünmek. Ama sahnelenirken ya da filme çekilirken, yönetmen makası eline alıyor..
Hele televizyon dünyası, tamamen ritm, tamamen tempo demek.. Yıllar yıllar önce, Kartallar Yüksek Uçar adlı yerli dizi, o unutulmaz Amerikan dizilerinden daha fazla sükse, reyting yapıp efsane olunca, senarist, dostum, yakın ahbabım Attila İlhan ile konuşmuş, o zaman hazırladığım Televizyon Sayfası'nda da yazmıştım, Cumhuriyet'te..
"Televizyon sinemaya da benzemez. Hızlı, akıcı, tempolu ve ritmli olmak zorundadır. Büyük rekabet içindeki Amerikan televizyonları, seyirciyi yakalama sırrını keşfetmişler ve '20 Saniye' kuralını koymuşlar" dedi, Kaptan..
Yani 20 saniyede bir, ya sahne değişecek, ya da sahnede bir değişiklik olacak. Biri girecek, ya da çıkacak yani. Kaptan, senaryoyu bu kuralla yazmış.
Berkun'un yazdığı senaryo ile Berkun'un yönettiği dizi ise, 20 değil, 200 saniye susmalar, bakmalarla dolu.. Tek başına bir yere, olmadı boşluğa, ya da iki başına birbirine susarak bakan insanlar.. Yani çıkarın o susan sahneleri.. Dizi 4 bölüme iner..
İkincisi.. TRT'nin izlediğim tek dizisi Benim Adım Melek'teki uzatma hileleri.. 45 dakikaya zor yeten bir senaryo ile 180 dakikalık diziyi nasıl çekeceksin?.
Benim Adım Melek'te kaç ev var?. Konaklar, çocukların, eş dostun evleri.. İşte o kapılardan her giren ve çıkan kapıda duruyor. Ayakkabısını giyiyor veya çıkarıyor.. Her biri bir dakika. 30 böyle sahne varsa, al sana 30 dakikası tamam bölümün.
Bir Başkadır'da da ayakkabı giyme çıkarmaları ezberledik..
Nuri Bilge Ceylan usulü, Anadolu yollarında gidiyorsa bir araç, o araçla, bir vadide, bir ovada boydan boya, uzaktan çekimle seyrettik.. Birisi köy yerinde bir yere nasıl gidecek?. Yürüyerek.. Bütün yolu defalarca yürüdük.. Bir 30 dakika daha mı?. Al sana bir buçuk bölüm tamam..
Şimdi sizden bir ricam var. Burada durun ve Sevdiğim Laflara bakın..
Ne demiş Mario Levi..
"Hissedebilenlerle susarak da anlaşabilirsiniz..."
Şimdi ruh doktoru ile hastası karşı karşıya oturuyor, dizinin nerdeyse yarısında.. Nedir ruh doktoru hasta ilişkisinde teşhis tedavi yolu..
Konuşma..
Oturuyorlar karşı karşıya diyelim on dakika.. 8 dakikası susma ile geçiyor. Doktor hastayı, hasta doktoru hissediyor olmalılar ki, susarak anlaşıyorlar. Peki biz seyirciler ne oluyoruz?.
Hasta kız, ağbisi ile yaşıyor.. Yengesi içine kapanmış, konuşmuyor. Küçük yeğen hiç konuşmuyor.. Konuşanın da ağzından laf kerpetenle çıkıyor. Hani "Nokta" konan yerlerde sussalar, es verseler bir derece.. Her kelimeden sonra susuyorlar.. Karşısındaki "Anlamadım, ne dedin" diyor. Cevap sessizlik.. Sessizlik.. Sessizlik.. O sessiz sahneleri de at..
Allah sizi inandırsın, dizi bir bölümde biter.. 60 dakikalık çok güzel bir televizyon filmi olur.
Berkun Oya'nın hikayesi aslında güzel çünkü..
Eline makası alan bir yönetmen harika iş çıkarırdı. Ama her kelimesine tapan ve kıyamayan Berkun, yönetmen olunca ortaya işte bu bitmez tükenmez sıkıntı, hatta azap çıkıyor..
Peki niye beğenildi, diyeceksiniz?.
Bir defa oyuncular çok çok iyi.. Her biri, ayrı ayrı çok iyi.. Aynen "Benim Adım Melek"te olduğu gibi..
İkincisi.. Berkun'un oyunu, toplumun çok farklı kesiminden çok farklı tipleri anlatıyor. Dikkat edin.. Olayı değil, tipleri anlatıyor, dizi.. Daha doğrusu o tiplerin yaşadığı yerlere bir pencere açıyor, siz de o pencereden o tipe bakıyorsunuz. O kadar farklı ve değişik tipler ki, bilmiyorsanız, hayatınızda rastlamadıysanız ilginizi çekiyor ister istemez..
Oysa ben, çocukluğumdan gençlik yıllarıma, ülkemin dört bir yanını, Çaldıran köyünden İstanbul'a babamla dolaştığım, yazları babaannemle köyde geçirdiğim, gençliğimde gazetecilikle sade ülkemin değil, dünyanın dört bir yanına gittiğim için o tiplerin hemen hepsini bilirim. Benim için merak edilecek şey, tipler değil, yaşadıkları olay.. Oysa filmde olay değil, tip anlatılıyor. Yani bildiklerimi bir daha anlatıyor Berkun..
Tekrar ediyorum.. Uzayıp giden "Monologlar", yani tiyatro dili ile tiradlar ilginç ama, okumak için.. Ekran başında her kelimesi sonunda bir es vererek dinlemek için değil. Hele seyretmek.. Sabır taşı çatlar insanın..
Ben niye seyrettim peki.. Dedim ya, merak kediyi öldürdü de tatmin geri getirdi ya..
İki gece dişimi sıktım, sabrettim ve millet bu diziyi nasıl ve neden beğendi çözdüm..
Oh be... Dünya varmış!..
Berkun'un "Dünyada Karşılaşmış Gibi..." oyunu bittiği anda da aynen bu hisse kapılmıştım.
"Oh be... Dünya varmış!.."
***
Peki ya Schumacher?
Lewis Hamilton, pazar günü İstanbul'da 7 Dünya F1 Şampiyonluğu'nu kazanarak, Michael Schumacher'e ait "En fazla F1 Dünya Şampiyonluğu" rekoru"nu egale etti. Asıl bu yüzden tüm dünya gazetelerine manşet, dergilerine kapak, televizyonlarına baş haber oldu İstanbul.
Biz de hakkını verdik. Gazetelerimiz F1 için, pandemi zorlamalarına rağmen çok iyi yayın yaptılar. Sayfalarda büyük yer ayırdılar. Çok ayrıntılı bilgiler verdiler..
Ama hepsinde bir eksik vardı. Hiç birinde, 7 Dünya Şampiyonluğu egale edilen Michael Schumacher hakkında tek satır yoktu.
Benim yaşımdakiler iyi bilir, ama başta Almanya, dünyada izlenme rekorları kıran pazar yarışını izleyen bizim insanlarımız arasında yaşı genç olanlar pek bilmez.
İki satırla onu da yazsaydık keşke..
Ama bir şeyi yazmak için önce merak etmek lazım. Ben meraklıyım ya.. Aradım buldum. Benim gibi merak edenler için yazıyorum..
Michael Schumacher'in 7 şampiyonluğundan 5'inde Ferrari Takım patronu ve ünlü sürücünün yakın arkadaşı Jean Todt RTL televizyonuna şunları söylemiş..
"Michael'ı sık sık görüyorum. 15 günde, en fazla ayda bir muhakkak ziyaret ediyorum. 'Nasıl' sorularına yanıtım hep ayni oluyor.. 'Savaşıyor!.' Biz dostları ve ailesi de, daha iyi olması için dua ediyoruz."
Michael'ın oğlu Mick de, motorsporlarında kariyer yapıyor. Gelecek sene onun da F1'de yarışmaya başlaması bekleniyor.
Todt "Mick'deki gelişmeyi yakından izliyorum. Çok çok iyi" diyor. "Pistlerde yeni bir Schumacher görmek harika olacak."
Michael 2013 yılında İsviçre'de kayak yaparken ciddi bir kaza geçirmiş, o günden beri de, ortalarda hiç görünmemişti. Geçen eylülde, kazadan beri onu takip eden doktoru "Bitkisel hayatta. Uyanık ama cevap vermiyor. Nefes alıyor, kalbi çarpıyor. İlerde oturabilir, bebek adımları atabilir ama o kadar" dedi en son.
***
Bizim oğlan bina okur!..
Çocukken bize sık sık "Bizim oğlan bina okur, döner döner tekrar okur" derdi, babam.. Eski Türkçenin çok zor öğrenilen dil bilgisi dersinin adıymış bina.. Çocuklar en çok ondan çakarmış. Durmadan ayni yanlışı yapanlara böyle denmesi de buradan çıkmış..
Şimdi niye dedim bu lafı..
Çünkü, hatırlarsınız, TRT Müzik'le ilgili pazartesi başladığım eleştirilerime bugün de devam edecektim. Dün, yani size göre salı günü, iki ayrı programda, Ezgiler (Türkü) ve Nağmeler'de (Şarkı) Zerrin Özer'i gördüm ki, popçudur o... Ama ne torpilli Zerrinmiş ki, kendi haftalık özel programı bininci tekrar da olsa yetmiyor, o programı kırpıp kırpıp, öteki her türlü programa kolajlıyorlar..
Bir de tanıtımları ekleyin.
Haftada en az, ama en az 100 kere Zerrin Özer'i görüyoruz TRT Müzik ekranında.. Hani köşesinde "Özü İnsan" yazan kanal.. "Özü" değil, "Özer'i" sanki..
Şimdi gelelim bina okuma işine.. Bakın geçen sene 24 Mayıs 2019'da aynen ne yazmışım da, TRT Müzik Genel Sanat Yönetmeni dilini yutmuş ve cevap vermemişti..
*
Biz aylardır, hâlâ döne döne eskileri izliyoruz..Listeyi, 2019 yılının listesini istet ve say bakalım, her program kaç kez tekrar edilmiş ve bir tek "yeni" yayınlanmış mı?.
Bu tekrar yayının bütçesi ne?.
Zerrin Özer'siz gün yok.. Hafta sonu bir saat arayla iki kez karşıma çıkınca, kanal değiştirdim. Kaç kez çıkmıştır kim bilir?. Her yapımcıya talimat verilmiş adeta, Bay Yönetmen..
Tabii, Mustafa Keser ve Muazzez Ersoy da öyle..
Bunların hepsi "Biz falancaya yakınız" havası mı atıyor?.
Yoksa başka şeyler mi dönüyor?..
*
Bunlara, Cumhuriyet yıllarımda TV köşemde çalışırken, ekrana nasıl geldiğini çok iyi bildiğim petrol zengini tüccar Metin Milli de eklendi, son aylarda.. TRT Müzik'te de gözde oldu hazret..
Onun da torpili ayni Yüksek Yerler mi, Yönetmen Bey!.
Bugün yerim dar da, kısa kesiyorum.. Bu sorduklarıma cevap vermezseniz, unutup susmam.. Öyle bir adetim yok.. Bu defa o yüksek yerlere gider, sorarım sorularımı, hiç şüpheniz olmasın!.
***
Tebessüm
"Organik, hormonsuz, GDO'suz, pembe Çanakkale Domatesi" ne demektir?.
Domatesin önündeki kelimeleri sayın. Her kelime için kilo fiyatına 5 lira ekleyin. Fark odur.
Sevdiğim Laflar
"Hissedebilenlerle susarak da anlaşabilirsiniz.." Mario Levi
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- En güzel manzara... İnsan!.. (23.11.2022)
- Türk ve Norveç Halk Müziği’nde ortak noktalar!.. (24.04.2022)
- Bugün için yazmak içimden gelmedi, inanın!.. (23.04.2022)
- Domenec Torrent, hoca moca değil!.. (22.04.2022)
- Pitbull dehşeti ve verilen komik ceza!.. (21.04.2022)
- Bravo Yıldız!.. Bravo Mevlüt!.. Önce ‘İnsan’, önce ‘Çocuklar’ çünkü... (20.04.2022)
- Ne mutlu bana Erol, sana değil, bana! (19.04.2022)
- Muhteşem Çeşme Projesi ve istemezükçüler!.. (17.04.2022)
- Bir muhteşem okul... Bir muhteşem sergi... (16.04.2022)
- “Türkiye’nin ne güzel yolları var” turu!.. (15.04.2022)