Bir
kaplumbağamız vardı. Ona araba denmezdi...
Babam her seferinde hem bizi hem de konu komşuyu içine sığdırmayı başarıyordu.
O halde güle oynaya
uzaklara gidip dönüyorduk.
Hatırlamasına hatırlıyorum da, aklım almıyor.
Çünkü o zamanki
"akıl" ile şimdiki farklı.
Bu iyi bir şey mi, hiç emin değilim.
Ev konusu da aynı...
Doksan metrekarelik evde her işini gören geniş ailelerin yerini şimdi iki yüz
metrekare dar gelen
çekirdek aileler aldı.
***
O çocukluk yıllarımda evdeki zeytinyağı tenekesi dibini gördü mü, sevinirdim.
Çünkü o zaman mutlaka
Darıca'ya gidilecekti.
Şimdi kim inanır buna?
Gençler oralardan geçerken "
Zeytin konutları", "
Zeytinli evler" gibi siteler
görüyorlar ama İstanbul'un burnunun
dibindeki bir yerin bugünün Ayvalık'ını
andırdığını hayal edemiyorlar.
Bugün bir İstanbullu mis gibi halis bir zeytinyağını yerinden almak istiyorsa, Kuzey Ege'ye kadar yol almak zorunda.
***
Babam bizim
"vos vos"u yamaç üzerine park eder, aşağıdaki sarnıç benzeri taş yapıya inerdi.
Bazen ben de onun arkasından koşar adım yokuş aşağı bırakırdım kendimi.
Yağın hafif yanık kokusunu severdim çünkü.
Öğleden sonra hafif gümüşlenmeye başlayan deniz, zeytinliği kıraç toğrağı,
yaşlı bir köylünün yağ doldurduğu ağır tenekeyi tek parmağıyla kaldırıp yukarı taşıyan babama hayranlıkla bakışım...
Hepsini hatırlıyorum.
***
İyi de neden anlatıyorum şimdi bunları?
Birincisi...
Zaman hızla akıp geçiyor ve artık git gide azalan hayaller tat vermiyor.
Hatırlamanın tadı bambaşka.
Dünümle bugünümü birbirine düğümleyen ne varsa, artık elle tutulur bir gerçekliğe dönüştüler.
Hele otuzlu, kırklı yaşlarım bana özel bir
"dizi film" kıvamı kazandılar.
Bir tabak cips eşliğinde hatıralarımı izleme (!) seanslarına başlamama az
kaldı.
***
İkincisi...
Uzaklar konusu...
Arabaya binip uzun uzun gidiyorduk.
Darıca'ya zeytinyağına, Yeşilköy'e dondurmaya...
Uzaklığı belirleyen onun tatlı çilesidir.
Tutku ve çilenin; irade ve hayalin kat ettiği mesafe.
Şimdi bir yere gittiğimiz yok galiba.
Her yer yakın!
Roma'da öğle yemeğine yetişmek...
Bu mu uzaklık, geçiniz.
Ama şu salgından sonra görürüm hepimizi.
Bedenlerimizi geçtim...
Ruhlarımız yerinden kalkabilecek mi bakalım?