Çin’e gelmek...
Fazlasıyla İngiliz oluşundan mıdır, Çin'in geri kalan kısımlarından apayrı ve fazla Batılı bir kültür geliştirmesinden midir, bilemem.
Ama bu defa önce Şangay'a sonra Pekin'e gideceğim bir programa dahil olurken sanki bu toprağa daha önce hiç ayak basmamışım gibi Çin'i görmek büyüsüne kapıldım. Uçak Şangay'a onca uzun bir yolculuktan sonra alçalırken zihnimdeki Çin imgesini düşündüm.
Birincisi emperyalizmin pençesi, tahakkümü altında iliği kemiği sömürülmüş, inlemiş Çin. İkincisi Mao'nun, büyük çileler neticesinde kurduğu ve sonra aklımın almadığı işlere soyunduğu, dünyaya damgasını vuran Çin.
Üçüncüsü onun 1976'daki ölümünden sonra büyük iktidar savaşlarına sahne olup, neticede bugün dünyanın uyanan devine dönüşen Çin.
Buna bir de başlı başına bir kıta sayılabilecek bu topraklarda doğmuş, yaşamış büyük Çin uygarlığını eklemek gerek. Gene de, ben o Maocu Çin'le bugünün Çin'i arasındayım.
Gelince de farklı bir Çin bulmadım. En azından katıldığımız toplantılarda yapılan tartışmalar, irdelemeler bu yeni ve uyanan Çin'in anlamını, önemini, boyutlarını bize tanımlıyordu.
Halbuki görünen köy kılavuz istemiyor.
1989 sonrası tartışmasız biçimde hayatımıza giren neo-liberal ekonomilerle özdeşleşmiş küreselleşme çok önemli bir açılım getirdi ve dünyanın ekonomi merkezini Atlantik'ten Pasifik'e taşıdı. Bu meyanda da Çin yepyeni bir kuvvet olarak ortaya çıktı.
Bu Çin'in internet, twitter, instagram gibi gündelik hayat kısıtlamaları var.
Uluslararası bir finans merkezi olmasına karşın arka sokaklarında hayat standardının hızla düştüğü görülüyor. Gene de büyüyor Çin.
'Tek Kuşak Tek Yol' sloganıyla eski İpek Yolu'nu ve ifade ettiği anlamı canlandırmak istiyor Çin. Bu yeni yaklaşımla vurgulanan aslında Çin'in eski güçlü dönemine dönme tutkusu. Nükleer santral, hızlı tren, yeni üretim metodolojileri ve daha birçok alanda zaten dünya gücü konumuna gelmiş Çin'in 'yollar' üstünden bir kere daha stratejik bir önem kazanmak istemesi son derecede doğal.
Çünkü ister İpek Yolu diye düşünelim ister 'tek bant- tek yol' diye bakalım, Türkiye'nin bugün ürettiği projeler, bilhassa yollar, köprüler ve kanallar bu yeni açılıma hayati bir katkı sunuyor.
İkincisi, Çin, sakin, derinden giden bir güç olarak özellikle Rusya ve Amerika ile belli bir ilişki tonu tutturmak zorunda. Bunu dikkatle yapacağını Şangay Üniversitesi'ndeki kapalı toplantılarımızda açıkça belirttiler. Üstelik bu iki devletle Çin şimdi Ortadoğu'daki gelişmeler dairesinde karşılaşmış bulunuyor.
Garip olan şu ki, bu karşılaşmayı da, Türkiye'yi de Çin İran üstünden izliyor...
Deyip bırakayım. Çarşamba günü devam edeceğim Çin macerasını yazmaya...
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- ‘Sondan bir önceki’ yazı... (01.09.2017)
- Kasketten atlete... (30.08.2017)
- ‘Sol’dan ‘sos’a: Bir ayrışma ihtiyacı (28.08.2017)
- Türkiye’de Macron olmak... (25.08.2017)
- Kılıçdaroğlu aday olmazsa... (23.08.2017)
- Türkiye Avrupa’nın ortasında... (21.08.2017)
- Sıradan faşizm ve radikalizm ihtiyacı... (18.08.2017)
- Gecikmiş ırkçılık hayreti... (16.08.2017)
- Üniversite yerleştirmeleri üstüne... (14.08.2017)
- Bir tatil sonrası düşünceleri... (11.08.2017)