Yıllar gibi kentler de...
Gene de bizi havaalanından kente götüren, bir zamanlar ip gibi uzayan şose bir yoldu, büyük bulvarın iki yanında uzanan, İstanbul'da hiç görmediğim büyük, ıssız, geniş ova bende farklı duygular uyandırıyor.
Bunca uzun bir zaman ötesinden, yani yarım yüzyıl ötesinden baktığım zaman Ankara'yı, bambaşka bir coğrafyanın ve bambaşka bir beşeri coğrafyanın şehri olan Ankara'yı içimi ısıtan düşünceler ve anılarla kavrıyorum.
Zaten bir 'Ankara Sözlüğü' yazıyorum. Yavaş yavaş. Acele etmeden. Elimdeki işleri bitirdiğimde, akşamın ağırlaşan saatlerinde, bazen daha geç, üniversitedeki odamın kitaplığında duran eski Ankara telefon rehberlerini açıp unutmadığım ama aklımdan çıkmış eski kurumları, mağazaları, eğlence yerlerini teker teker gözden geçirip, bendeki intibalarını yazıyorum. Kişisel bir bellek haritası, anılar izleği. Bir gün bitiririm.
Ben öyle her dönüşüm kötüdür, her şey olduğu gibi kalsın diyenlerden değilim. Ne yapalım, kızanlar kızsın. Ama bu dönüşümlerin muhakkak bir estetik ve işlev temelinde olması gerektiğine de inanırım. Sadece Ankara'nın değil tüm Türkiye'nin sorunu bu.
Bu olmadığı gibi, kentlerimizde neredeyse 'oyun/ eğlence estetiği' (ludic aesthetics) diyeceğim bir anlayış hâkim. Ankara'da altından geçtiğimiz kapılar, gol atan futbolcu, Gulliver, saatler, kurulan lunapark daha birçok şey. Bütün bunlar modernlik sonrası (post modern) bir süslemeciliği, tiyatro dekorlarını anımsatan unsurlar.
Hatta o gökdelenlerin 'çağdaş' denen mimarisi bile bütün kentlerde bu manayı, maksadı taşıyor. Bir şeylere 'benzeyen/ benzetilen' yapılar bunlar. (Paris'te de böyle.
Namlı mimar Frank Ghery, Louis Vuitton binasını saçma bir şekilde gemiye benzetti.) Şatafatlı ama fazla manası olmayan yapılar bunlar.
İşte böyle bir kent Ankara artık. Her şeye rağmen büyümüş, genişlemiş, bir kent.
Sokaklarında dolaşmıyorum. Arasam eski mağazaları, kitapçıları, kırtasiyecileri bulabilir miyim, hiç sanmıyorum. Aramıyorum da. Ama o eski, büsbütün eski Ankara'nın da gözümüz gibi korunması gerektiğine inanıyorum. Gökçek ilk defa Ankara'da bu şansı yakaladı. Kent merkezini bırakıp etrafı geliştirdi. Merkez Ankara'yı, tıpkı Paris, Londra gibi, şimdi bir 'müze kent' olarak koruyabilir.
Yıllar gibi kentler de geçip gidiyor...
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- ‘Sondan bir önceki’ yazı... (01.09.2017)
- Kasketten atlete... (30.08.2017)
- ‘Sol’dan ‘sos’a: Bir ayrışma ihtiyacı (28.08.2017)
- Türkiye’de Macron olmak... (25.08.2017)
- Kılıçdaroğlu aday olmazsa... (23.08.2017)
- Türkiye Avrupa’nın ortasında... (21.08.2017)
- Sıradan faşizm ve radikalizm ihtiyacı... (18.08.2017)
- Gecikmiş ırkçılık hayreti... (16.08.2017)
- Üniversite yerleştirmeleri üstüne... (14.08.2017)
- Bir tatil sonrası düşünceleri... (11.08.2017)