Sol mu liberal demokrasi mi bugünün ihtiyacı?
Zakaria çok ciddi şeyler söylüyor, ülkelerin sorununun demokrasiyle değil anayasal liberal düzenle ilişkili olduğunu vurguluyordu.
Daha açıkçası, demokrasinin gücü bir yönetimin otoriter eğilimlerini çözmeye yetmez ama eğer liberal özgürlükler işliyorsa, o ülke hiç demokrasiyle yönetilmese de sorunsuz şekilde yoluna devam eder diyordu.
Ona göre daha otoriter yapılardan gelen toplumlarda demokrasi bile daha otoriter bir öz kazanıyor, geçmişte daha demokratik ara yapılar (intermediate associations) kurmuş toplumlar ise liberal anayasal düzene daha kolay geçebiliyor, orada çıpa atabiliyorlardı.
Şimdi ABD eğer daha otoriter bir döneme giriyorsa suçu ABD'de liberal anayasal düzenin sorunlarına /eksikliğine mi bağlayacağız, olacak şey değil.
O zaman yeni bir neden bulmak gerek bu duruma.
Bütün çalışmalar son otuz yılda Batı orta ve alt gelir sınıflarının büyük yara aldıklarını ortaya koydu. Nüfus hareketleri ve üretim merkezlerinin ucuz işgücü alanlarına kayması (özellikle Uzakdoğu) Batılı işçi sınıfına başka bir darbe indirdi. Buna karşılık yüksek gelir sahibi kesimler zenginleştikçe zenginleşti.
Bu durum karşısında solun güçlenmesi beklenirdi. Hayır, olmadı. Çünkü sol kendisini 21. yüzyılın pratiklerine uyarlayamadı.
Söz konusu şartlarda, evet, sağ/muhafazakâr kesim başkaldırdı. Hatta soldan gelen itirazlarla şimdi sağdan gelen itirazlar kesişiyor ama sağ bir de milliyetçiliği (hem de ekonomiyi kapsayacak biçimde) kendisine mal ettiğinden büsbütün öne çıkıp görünür oluyor. Yani kitleler tepkisini sağ üstünden gösterdi.
Bu tarihte de böyledir.
1930'lardaki ekonomik çöküntüyü sol kullanıp kendisine bir momentum kazandırabilirdi.
Üstelik döneme daha örgütlü girmişti.
Ama sağ hamle yaptı, öne geçti ve solu yuttu.
İnsan kendisini önce milliyetiyle, sonra diniyle, sonra diğer aidiyetleriyle tanımlar. Bir evrensellik düşüncesi etrafında geliştirdiği, 'özgürlükeşitlik- kardeşlik' duygusu çok geç ve güç edinilir. İkincisi, solun 1979 sonrasında gelişmiş piyasa ve ekonomi somutluğuna karşı soyut ve kültürel kavramlarla seçenek oluşturması zor. Yepyeni şeyler bulması gerekiyor.
Gene de bir başka husus var. Bugünkü dünya bir sağ dünya. 1979'da nasıl Thatcher seçildi 1980'de onu Reagan izlediyse bugün de aynı şey oluyor. İngiltere Brexit'i yaptı, May'i Başbakan seçti, onu Trump izledi. Neo-liberal politikalar şimdi kendilerine 'alternatif sağ' (alt-right) diyen radikal sağla bütünleşiyor, ona dönüşüyor.
Bu durumda öncelik demokrasiye, liberal anayasacılığa, liberal özgürlüklerin korunmasına kayacak. Hatta ekonomik kazanımlar mı demokratik yitimler mi tartışması yapılacak. Sol ancak bu tartışmada bir güç sağlarsa kendisine yeni bir alan açabilir.
Yani kitleleri özgürlüklerin, demokrasinin, temel hakların iş, aş, ekmek kadar önemli olduğuna, bunlar olmazsa ekonominin gelişmeyeceğine inandırırsa bir yere varabilir.
Yani solun klasik tezlerinden çok gerçek liberal demokrasidir bugünkü asıl ihtiyaç...
Yoksa... Ne ben söyleyeyim ne siz duyun...
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- ‘Sondan bir önceki’ yazı... (01.09.2017)
- Kasketten atlete... (30.08.2017)
- ‘Sol’dan ‘sos’a: Bir ayrışma ihtiyacı (28.08.2017)
- Türkiye’de Macron olmak... (25.08.2017)
- Kılıçdaroğlu aday olmazsa... (23.08.2017)
- Türkiye Avrupa’nın ortasında... (21.08.2017)
- Sıradan faşizm ve radikalizm ihtiyacı... (18.08.2017)
- Gecikmiş ırkçılık hayreti... (16.08.2017)
- Üniversite yerleştirmeleri üstüne... (14.08.2017)
- Bir tatil sonrası düşünceleri... (11.08.2017)