Pasaport kuyruğunda milliyetçilik
Önümdeki adamcağız belgelerini veriyor.
Polis memuru başka bir belge daha istiyor.
Onu da veriyor. O arada 'her şeye hazırlıklıyım, artık akşam başka sabah başka' diyor. Memur, elindeki belgelerin ve önündeki teknolojinin sıkıntısıyla bunalmış, 'sebebi belli, biz gece uyurken üstümüze plan yapıyorlar' diyor.
Niçin söylediğini anlayamıyorum ama 'baksana, düne kadar bizi istiyordu yabancı devletler, şimdi olmazlanıyorlar' diye ekliyor. 'Pabuç bırakmayız' diyor.
Neyse, damgayı vuruyor. Yaşlı adam ferahlamış, biraz telaşlı evrakını toplayıp uzaklaşıyor. Benim işim uzun sürmüyor.
Geçip, salonda oturuyor, gidip bir çay alıyor, düşünüyorum. Epeydir düşündüğüm ve birkaç yazıda anlatmaya çalıştığım bir ruh halinin 'müşahhas' halini gördüm diye düşünüyorum. Bilgisayarı çıkarıp bu satırları yazmaya başlıyorum.
Ulusal Kurtuluş Savaşı bu psikoloji içinde cereyan etti. Bir millet vuruşa vuruşa o savaştan bir ülke çıkardı. Herkesin fikri kendisine ama Mustafa Kemal 1920 ve 30'larda yapılamayacak gibi görünen şeyleri de ama şöyle ama böyle gerçekleştirince ve Hatay gibi, Montreux gibi darboğazları aşınca ulus kendi özgüvenini kazandı.
Bu oluşumda 1912 sonrasının milliyetçiliği/ Türkçülüğü elbette rol oynuyordu.
1930'ların saçmadan da saçma olmasına rağmen o Güneş Dil Teorileri, Milli Tarih Tezi gibi kavramlar, ister 'ulusal gurur' deyin, ister 'milliyetçi damar' deyin bu duyguyu pekiştirdi. Daha sonraki sağ iktidarlar da bu milliyetçi damarı yol, köprü, baraj, fabrika diyerek işler tuttu.
Bir kere bunu çok dikkatli bir şekilde uluslararası politika üstünden yapıyor.
Türkiye'nin geleneksel olarak dile getirdiği ama sadece bir söylem olarak ortada tuttuğu 'dış düşmanlar' meselesini şimdi taş gibi somut bir konu olarak Musul'la, Suriye'yle, darbe teşebbüsüyle, 17-25 Aralık'la ortaya koyuyor. 'Direnen', yılmayan, özgüveni yüksek bir Türkiye algısı yaratıyor kendi tabanında.
3. Köprü, Osman Gazi köprüsü, duble yollar, hava yolları, THY politikasıyla bunu başka bir planda da genişletiyor.
Ortaya yeni bir duyarlılık çıkıyor.
Buna bir de göçle gelen milyonlarca insanın kentsel alanda muhafazakârlığını, Müslümanlığını koruyarak 'var olma' çabasını ekleyin, o süreçten doğan 'kimlik bilinci'ni ekleyin tablo tamamlanır. Bunun geleneksel 'milliyetçilikten/ ulusalcılıktan' hayli farklı olduğu, evet, daha farklı bir 'kimlik' anlayışı üstünden gelişen, 'içeride' de açılımları olan bir model olduğunu herhalde artık söyleyebilirim.
Yazıyı tam zamanında bitirdim, uçağa çağırıyorlar.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- ‘Sondan bir önceki’ yazı... (01.09.2017)
- Kasketten atlete... (30.08.2017)
- ‘Sol’dan ‘sos’a: Bir ayrışma ihtiyacı (28.08.2017)
- Türkiye’de Macron olmak... (25.08.2017)
- Kılıçdaroğlu aday olmazsa... (23.08.2017)
- Türkiye Avrupa’nın ortasında... (21.08.2017)
- Sıradan faşizm ve radikalizm ihtiyacı... (18.08.2017)
- Gecikmiş ırkçılık hayreti... (16.08.2017)
- Üniversite yerleştirmeleri üstüne... (14.08.2017)
- Bir tatil sonrası düşünceleri... (11.08.2017)