İmlası bozuk Türkiye...
Nurullah Ataç değilim. 1940'larda da değiliz. Dolayısıyla, onun, o dönemde savunduğu görüşü dile getirip 'önce dil işini düzeltin sonra her şey düzelir' diyecek de değilim.
Ama hayatıyla yazı yazmayı bütünleştirmiş birisiyim. Son tahlilde (belki de ilk tahlilde) edebiyatçıyım. Bu türden tartışmaları önemsiyorum.
Önemsiyorum. Çünkü dilbilgisi kuralını tartışmak sadece o kuralla uğraşmak değildir. Onun ötesine geçen boyutları var. Bir örnek vereyim.
Hay hay, öyle yazalım. Bendeniz zaten kesme işaretine, büyük harfle başlamaya falan karşı birisiyim. Sorun o değil. Sorun, bu tartışmanın bugünkü günde, 'modern Türkçe imlasına' geçtiğimizden şunca yıl sonra açılması.
Haydi, onu da kabul edelim. Fransız Akademisi de şu kural mı bu kural mı diye bugün dahi tartışır. Ama o tartışmalarla bizimkiler farklıdır.
Nedeni, onların yazıya, imlaya, dile önem veren bir toplum olması, bizim olmamamız.
Çok sert bir tanımlama derseniz, hemen iddiamı kanıtlarım.
Peki, sokağa çıkın, önünüze gelen ilk vitrinde 'bizimle çalışmak istermisiniz' diye bir sayfa kâğıt üstüne en basit, en ilkel, en özensiz şekilde yazılmış, dolayısıyla estetik anlayışımızı ve öğretim yetimizi, kapasitemizi gösteren o kâğıda bakın. İşte gördünüz, 'mi' eki bitişik. (İşte yaptığımız işin 'öğretim' olup 'eğitim' olmamasının sonucu!) Üstelik en 'ileri' semtlerde de en 'geri kalmış' semtlerde de durum aynı... Buradaki sorun kural değildir, sosyolojidir. Ben de onunla ilgileniyorum.
Basit bir önerim var: madem ortada bir gerçek var, gerçekçi olalım. Biliyorum hayatım boyunca savunduğum ilkelere ters düşse bile, dil yaşayan bir şeydir ve on milyonlarca, on milyonlarca öğrenciye takılar ayrı yazılır diye öğretememişsek, evet öğretememişsek... kuralı kaldıralım diyorum. Demek ki, çözülemeyen bir düğüm var, işin içinde.
Derken 'klavye Türkçesi' veya 'tweet Türkçesi' dediğim dönemden geçiyoruz, derken kelime hazinemiz 50-60 kelimeye düşmüş, derdimizi karşımızdakine anlatamıyoruz. Yani kuralların kuru sıkı tabancalar gibi patladığı bir dönemdeyiz. Kuralları koyalım, savunalım ama bilelim ki, dil kültürdür, dil sosyolojidir, dil daima kendisinden fazla ve ötede bir şeydir.
Kurallı da olsa, kuralsız da olsa...
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- ‘Sondan bir önceki’ yazı... (01.09.2017)
- Kasketten atlete... (30.08.2017)
- ‘Sol’dan ‘sos’a: Bir ayrışma ihtiyacı (28.08.2017)
- Türkiye’de Macron olmak... (25.08.2017)
- Kılıçdaroğlu aday olmazsa... (23.08.2017)
- Türkiye Avrupa’nın ortasında... (21.08.2017)
- Sıradan faşizm ve radikalizm ihtiyacı... (18.08.2017)
- Gecikmiş ırkçılık hayreti... (16.08.2017)
- Üniversite yerleştirmeleri üstüne... (14.08.2017)
- Bir tatil sonrası düşünceleri... (11.08.2017)