Türkiye, tarihinin en zor dönemlerinden birini yaşıyor. Bu hengâme içinde Türk Dil Kurumu bir açıklama yaptı. Kesme işaretlerini kaldırdı. Bunun üstüne yorumlar ve metot incelemeleri geldi. Nurullah Ataç değilim. 1940'larda da değiliz. Dolayısıyla, onun, o dönemde savunduğu görüşü dile getirip 'önce dil işini düzeltin sonra her şey düzelir' diyecek de değilim.
Ama hayatıyla yazıyazmayı bütünleştirmişbirisiyim. Son tahlilde(belki de ilk tahlilde)edebiyatçıyım. Bu türden tartışmaları önemsiyorum.
Önemsiyorum. Çünkü dilbilgisikuralını tartışmaksadece o kurallauğraşmak değildir. Onun ötesine geçenboyutları var. Bir örnek vereyim.
***
Şimdi, TDK, 'Kadir HasÜniversitesi'ne' şeklinde değil 'KadirHas Üniversitesine' diye yazın diyor. DilDerneği Başkanı eski dostum Sevgi Özelde kendilerinin bu öneriyi çok daha öncedenyaptıklarını belirtti.
Hay hay, öyle yazalım. Bendeniz zaten kesme işaretine, büyük harfle başlamaya falan karşı birisiyim. Sorun o değil. Sorun, bu tartışmanın bugünkü günde, 'modernTürkçe imlasına' geçtiğimizden şunca yıl sonra açılması.
Haydi, onu da kabul edelim. FransızAkademisi de şu kural mı bu kural mıdiye bugün dahi tartışır. Ama o tartışmalarlabizimkiler farklıdır.
Nedeni, onların yazıya, imlaya, dileönem veren bir toplum olması, bizim olmamamız.
Çok sert bir tanımlama derseniz, hemen iddiamı kanıtlarım.
***
İlk, orta ve yüksek öğretimde (dikkatinizi çekerim, 'eğitim' demiyoruz, 'öğretim' diyoruz; yani kısıtlı bir alanda durduğumuzu kabul ediyoruz) milyonlarca çocuğumuz okuyor mu, okuyor. Daha ilkokuldan başlayarak üniversitelerin birinci sınıfı dahil bunlara, 'mı/mi-de/ da, ki' ekleri ayrı yazılır diye öğretiyor muyuz, öğretiyoruz.
Peki, sokağa çıkın, önünüze gelen ilk vitrinde 'bizimle çalışmak istermisiniz' diye bir sayfa kâğıt üstüne en basit, en ilkel, en özensiz şekilde yazılmış, dolayısıyla estetik anlayışımızı ve öğretim yetimizi, kapasitemizi gösteren o kâğıda bakın. İşte gördünüz, 'mi' eki bitişik. (İşte yaptığımız işin 'öğretim' olup 'eğitim' olmamasının sonucu!) Üstelik en 'ileri' semtlerde de en 'geri kalmış' semtlerde de durum aynı... Buradaki sorun kural değildir, sosyolojidir. Ben de onunla ilgileniyorum.
***
Hal böyleyken 'kesme işareti' tartışmasını elbette yapalım, sonuna kadar yapalım fakat neye yarayacak bu tartışma demesem bile, kurallarla ilişkimizin bu düzeyde olduğu gerçeğini ne yapalım?
Basit bir önerim var: madem ortada bir gerçek var, gerçekçi olalım. Biliyorum hayatım boyunca savunduğum ilkelere ters düşse bile, dil yaşayan bir şeydir ve on milyonlarca, on milyonlarca öğrenciye takılar ayrı yazılır diye öğretememişsek, evet öğretememişsek... kuralı kaldıralım diyorum. Demek ki, çözülemeyen bir düğüm var, işin içinde.
Derken 'klavye Türkçesi' veya 'tweetTürkçesi' dediğim dönemden geçiyoruz,derken kelime hazinemiz 50-60 kelimeyedüşmüş, derdimizi karşımızdakine anlatamıyoruz. Yani kuralların kuru sıkı tabancalar gibi patladığı bir dönemdeyiz. Kuralları koyalım, savunalım ama bilelim ki, dil kültürdür, dil sosyolojidir, dil daima kendisindenfazla ve ötede bir şeydir.
Kurallı da olsa, kuralsız da olsa...
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.