Belki bu yaz bir daha okuyayım, aklımda yazmayı düşündüğüm bir makale var, ona altyapı oluşturur hem de eski bir dostla, Roquentin ile, karşılaşmanın hazzını tadarım diye tatile çıkarken yanıma alıp henüz okuyamadığım Sartre'ın büyük romanı Bulantı'nın, dolayısıyla Varoluşçuluğun zihnimde olması nedeniyle, AB Komisyonu Başkanı Jean-Claude Juncker'in 'Avrupa varoluşsal krizde' dediğini görünce üstüne atladım.
Birçok meydanokumayla karşı karşıyayızdemiş Başkan, hiçdemiş, Avrupa ülkeleriarasındaki ortak zemininbu kadar azaldığınıgörmemiştim. Sonra lider- lerin sadece içsorunlar hakkında konuştuğunu belirterek,bana göre, farkında olarak veya olmayarak,meselenin bam teline basmış: 'daha öncehiç ulusal hükümetlerin popülist güçlerkarşısında bu kadar zayıfladığını ve birsonraki seçimde kaybetme riskiyle felç olduğunugörmedim.'
Herkesin her şeyi dilediğinde 'fehmetme','tefsir' etme hakkı var mı, var, öyleyse bende şu söylenenleri kendi meşrebimce yorumlayayımve diyeyim ki, asıl mesele 'popülistgüçlere' teslim olmaktır. 'Ortak zemin' deo nedenle kayboluyor.
***
Nedeni şu: Avrupa Birliği, adı üstünde bir 'birlik' olarak tasarlanmıştı. Bu birlik düşüncesi 1848-1914 arasında oluşan antik Yunan/Hellen uygarlığından mülhem, onu kendisine zemin edinen bir Avrupa düşüncesine dayanıyordu. O Avrupa yüksek kültürle meşbu idi, realitelerin değil ideallerin ütopyasıydı. Beethoven'ın 9. Senfonisi'ni kendisine marş edinmesi de işin gelebileceği en son noktaydı. Bu bir.
İkincisi ve asıl önemlisi bu Avrupa düşüncesi homojen bir kıta tasarlıyordu. Sömürgecilik sonrası dönemde de olsa herkes Avrupa'ya gelecek ve o potada eriyip, 'Beyaz', 'ari' Avrupa'nın bir parçası olacaktı.
Bu düşüncenin ürpertici dokusu 1945sonrasında ortaya çıkan ve tüm Avrupa'yıetkileyen sol, sosyal demokrat, sosyalisthareketle dengelendi. Açık açık yazayım,1945 sonrasının kurumu AB bütünbu kabullerine rağmen bir sol projeydi. Bahsettiğim tasavvurun ürpertici dediğim dışlayıcı dokusunu sol yaklaşımlarıninsancıllığı dengeliyordu.
***
Derken 3. Döneme girdi Avrupa. Yani, 1979 sonrasına. Yani neo-liberal döneme. Yani onun küreselleşme adı altındaki türünün hâkim olduğu döneme. Yani solun bittiği döneme.
Bu dönemde Avrupa kendini revize edebilir, çoğulcu, çokkültürlü, heterojen bir Avrupa olarak yeniden biçimlenebilirdi. Hayır, yapmadı. Tersine, direndi. Laiklikdiyerek, 'Cumhuriyet' diyerek, 'değerler'diyerek direndi ve göç meselesinden göçmenkrizine kadar kendi dışındaki dünyayakapandı. Bunu sağ yaptı.
Sonuç, 'varoluşsal kriz.' Hümanistdeğerler üstüne kurulmuş Avrupa çöktü. Bunca göçmen, burka, başörtüsü,İslam, Müslüman meselesinden sonra gelegele bunlara sarılmış yarı Faşizan siyasetlereteşne ve teslim oldu. Başkan aslındaonlardan yakınıyor. 'Popülist güçler' dediğiodur. Aşırı sağ, anormal milliyetçi birtutumla Avrupa'yı demir bir kasnakla kuşatıyorşimdi. Liberal siyasetler çöküyor.
***
Şimdi geleyim son söze. Aslında yukarıda belirttim. Eğer 1979'la birlikte sol bu şekilde çekilip gitmeseydi, kendisi dönüştürseydi, farklılaşıp ortaya çıkan yeni durumla uzlaşabilseydi, Avrupa düşüncesi devam edecekti. Popülizm adı altında Faşizm yeni bir tırmanış ve saldırıya geçemeyecekti.
Kısacası: önce sol bozuldu, sonra her şey...
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.