28 Şubat davasında karar çıktı. 21 kişiye müebbet hapis cezası verildi. Her şeyden önce bu cezalarla birlikte 28 Şubat'ın bir darbe olduğu devlet tarafından açık ve net biçimde kabul edilmiş oldu.
Bu bile başlı başına önemli bir kazanım.
Peki bu cezalarla birlikte 28 Şubat darbesiyle yüzleşmemiz bitti mi? Hayır, bitmedi.
Aksine 28 Şubat darbesiyle yüzleşmemiz yeni başlıyor.
***
Darbenin askeri ayağının cezalandırılması noktasında önemli bir adım atılmış oldu.
Fakat daha darbenin yargı, medya, sermaye ve üniversiteler ayağı var. Unutmayalım, 28 Şubat darbesi aynı zamanda bir medya darbesiydi. Gazetelerin attığı manşetler, ana haber bültenlerindeki kurgu haberler olmasaydı 28 Şubat darbesi vücut bulur muydu?
Öte yandan üniversiteler! Onları göz ardı edebilir miyiz? Dönemin Yükseköğretim Kurulu'nu. YÖK'teki Toplumsal Faaliyetler Birimi'nde yapılan fişlemeleri.
Kemal Alemdaroğlu gibi rektörlerin faşizan uygulamalarını.
İkna odalarında 17-18 yaşlarındaki başörtülü kızların psikolojik işkenceye tabi tutulmasına neden olan
Nur Serter gibi tipleri. Yargıdaki militanları!
***
Yok, daha bitmedi. Daha yeni başlıyor.
Ayrıca, 28 Şubat darbesiyle yüzleşme sadece mahkeme salonlarında olabilecek bir yüzleşme de değildir. Özellikle o dönemde medyada, üniversitelerde etkin olan ve darbecilerle öyle ya da böyle suç ortaklığı yapmış isimlerin bugün cesaretle konuşması gerekiyor. Evet, suçlarını itiraf etmeleri gerekiyor.
Bazıları belki bugün doğru yerde duruyorlar.
O günkü hallerinden pişmanlık duyuyorlar. Fakat bu pişmanlığı içlerinde yaşamaları yetmez. Kitlesel cürmün kefaleti kitlesel olur. Bugün çıkıp açık yüreklilikle 28 Şubat'ta neden yanlış yerde durduklarını, kimlerin kendilerini yönlendirdiklerini itiraf etmeleri gerekiyor. Anlatsınlar, cesaret göstersinler.
Yüzleşme kültürüne katkı sunsunlar.
Değil mi ki sahici bir yüzleşmenin birinci şartı itiraf etmektir...
*************
O MEKTUP
Bundan tam 22 yıl önce Amerikan akademi, think-tank ve siyaset dünyasının etkin 18 ismi dönemin ABD Başkanı Bill Clinton'a bir açık mektup yazmıştı.
Mektupta Başkan'ın bir an önce Irak'a müdahale etmesi ve elinde kitle imha silahları bulunduran Saddam Hüseyin'i devirmesi gerektiği yazıyordu. ABD'nin sürdürdüğü Irak'ı çevreleme siyasetinin bir işe yaramadığını, fiili müdahale olmaksızın Ortadoğu'daki mevcut belirsizliğin ortadan kalkmayacağını iddia ediliyordu.
Mektubun yazarları arasında Francis Fukuyama, Paul Wolfowitz, Donald Rumsfeld gibi önemli isimler yer alıyordu.
Nitekim bu isimler George W. Bush iktidara geldikten sonra ABD dış politika yapımını belirlemeye başladılar ve ABD'nin Irak'ı işgalinde başrolde yer aldılar. Irak işgal edildi, Saddam devrildi. Ancak kısa bir süre içinde Saddam'ın elinde kitle imha silahları bulunduğu yalanı ortaya çıktı. O yalan unutuldu ancak Irak'ın işgali bugün Ortadoğu'da yaşanan onca sorunun kaynağını teşkil etti.
İlginç olan ne biliyor musunuz? O mektuba imza atanlardan biri de bugün Donald Trump'ın yeni ulusal güvenlik başdanışmanı.
Evet, John Bolton'dan bahsediyorum.
Böyle bir ortamda Türkiye'nin büyük bir titizlikle ve hassasiyetle Suriye meselesine eğilmesi ve Irak işgali sırasında yapamadığını, şimdi yapabilmesi, sahada askeri varlığıyla olabilmesi çok önemli.