Türkiye’nin yönü ne olmalı?
Uluslararası anlaşmalar anlamsızlaşıyor.
Ulus-ötesi düzenleyici kuruluşların "yönlendirme"leri "dayatma" olarak telakki ediliyor.
Küresel siyasette devletler arası ikili ilişkiler değer kazanıyor. Ulus-devletlerin öncelikleri belirleyici hale geliyor.
Terör tehdidi iç ve dış politikanın merkezine oturuyor.
Neo-Kalvinist refleksler devreye giriyor, "tasarruf ekonomisi" yüceltiliyor.
Batı'da imalat sanayii çökerken, Asya imalat sanayiinin merkezine dönüşüyor. Avrupa'nın efsane "refah devleti" tarihe karışıyor.
Batı'da ırkçılık yaygınlaşıyor, siyasette temsil krizi ve liderlik krizi at başı gidiyor.
Bütün bu süreçler iç içe yaşanıyor, ağır çelişkiler üretiyor. Uluslararası ilişkiler alanı bir yandan realist, çıkar temelli ilişkiler için yeni fırsatlar yaratırken öte taraftan gün yüzüne çıkarılan kültürel gerilim politikaları yeni çatışma risklerini beraberinde getiriyor.
Türkiye, bu yeni ve kaotik küresel siyaset sahnesinde bir taraftan yeni fırsatlardan yararlanmaya çalışırken öte yandan da yeni çatışma alanlarının oluşmasına engel olmaya, mevcut çatışmalardan kendisini korumaya çalışıyor.
Pazar günü çıktığımız bu seyahatin arkasında üç temel gerekçe var.
Birinci gerekçe mevcut kaotik küresel ortam içinde Türkiye'nin ikili ilişkilerini geliştirmek, ülkemizin her üç ülkeyle ticaret hacmini artırmak.
İkinci gerekçe, Körfez ülkelerini DEAŞ, FETÖ ve PKK gibi terör örgütlerine karşı çok daha etkin bir mücadeleye ikna etmek ve böylelikle İslam'ı ve Müslümanları terörle özdeşleştirmeye yönelik yaklaşımlara karşı en doğru cevabın verilmesine katkı sunmak.
Üçüncü gerekçe, ABD ve Rusya arasında kurulacak yeni dengenin Ortadoğu'ya yönelik yansımalarını bu üç önemli Körfez ülkesiyle müzakere etmek ve Türkiye'nin barışçıl perspektifini muhataplarına iletmek.
Üç ülkede de çok iyi karşılandık. Bütün muhataplarımız yeni dönemin risklerinin de fırsatlarının da farkındalar. Ve elbette Türkiye'den beklentileri de had safhada. Fakat Türkiye'nin de onlardan beklentileri had safhada. Türkiye, ne Suudi Arabistan, ne Katar, ne Bahreyn ne de bir başka Körfez ülkesi adına herhangi bir dünya ülkesiyle kavga edebilir. Bana soracak olursanız, Türkiye'nin Suriye krizindekine benzer bir yalnızlaşmaya bir daha tahammülü olamaz.
Zor bir süreç bizi bekliyor. Realist politikadan sapmadan yol almak zorundayız. Hem ABD ile hem de Rusya'yla ilişkilerimizi sürdürebileceğimiz bir denge siyaseti kurgulamaya mecburuz.
Her ne kadar şu anda ne Rusya hükümeti, ne de yeni ABD yönetimi Türkiye'nin bu denge arayışından rahatsız olmasa da önümüzdeki dönemde bu denge siyasetini sürdürmek o kadar da kolay olmayacak.
Bu süreçte en önemli meselelerden biri Türkiye- İran ilişkileri olacak. Türkiye burada nasıl bir pozisyon alacak, nasıl bir pozisyon almalı? Bu konuya da bir başka yazıda değinelim...
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Başkan Erdoğan’ın Afrika ziyareti (25.07.2018)
- Bu zulüm düzeni yıkılacak elbet (23.07.2018)
- İsrail’in tehlikeli oyunu (21.07.2018)
- Kendi sesimize kulak verelim, dış seslere değil (19.07.2018)
- Hesaplaşmamız sürmeli (18.07.2018)
- Kazanan 15 Temmuz ruhudur (16.07.2018)
- Irkçıları daha ne kadar koruyacaksınız? (14.07.2018)
- NATO’da ABD-Avrupa çekişmesi (12.07.2018)
- Başkan Erdoğan, El Muzaffer Daimen (11.07.2018)
- Kültürel alan da demokratikleşmeli (09.07.2018)