Bu kavga Batıcılarla yerlici ve millici olanlar arasında
Yaşanan çekişmelerin kahir ekseriyeti tarihsel bir hesaplaşmanın ürünü.
Batıcılarla, yerli ve milli olanlar arasında bir hesaplaşma bu.
Halkı nesne olarak görenlerle, özne olarak görenler arasında bir mücadele.
Toplumun değerlerine yabancılaşanlarla, o değerlerin savunuculuğunu yapanlar arasında.
Batılılaşma paradigmasının egemen olduğu vakitler, iktidar ve kaynak kullanma imtiyazı Batıcı elitin elindeydi.
Halkı nesne olarak görüyorlar, yukarıdan aşağıya baskıcı politikalarla yol alıyorlardı.
Kimse kusura bakmasın ama, iktidarın nimetlerinden sonuna kadar yararlanıp günlerini gün ediyorlardı.
Biriken "artı değer"i, zenginliği toplumla paylaşmıyorlardı.
Bu topraklarda yüzyılı aşkın bir süre egemen olan Batıcı modernleşme anlayışı birçok sorunla maluldü.
Osmanlı son dönemini de, Cumhuriyet Türkiyesi'nin büyük bir bölümünü de etkileyen bir anlayıştan bahsediyoruz.
Zaman zaman bu modernleşme anlayışının tepeden inmeci yanından dogmatikliğine, anti-demokratik doğasından bu ülkenin değerlerine olan düşmanlığına kadar birçok olumsuz özelliğinden bahsediyoruz.
Fakat sanıyorum unuttuğumuz iki unsur var.
Birincisi Batıcı paradigma içinde bu ülkeyi yöneten elitin ıslahat programı yapay ve dayatılmış bir programdı.
Toplumun gerçek sorularına cevap aramıyordu.
İkincisi ise çok ciddi bir kapasite sorunu yaşıyor, ıslahat programını dar kaynaklarla hayata geçirmeye çalışıyordu.
Israrla vurguluyorum.
Bugün itibariyle Batılılaşma paradigması Türkiye'nin sosyo-politik gerçekliği içinde son derece sınırlı bir alana sahip.
Bunun da birçok nedeni var.
1) Batı'nın üstünlük algısını yitirmeye başlaması, yaşadığı kimlik krizi.
2) Batı'nın kültürel sermayesinin Batı dışı toplumlar nazarındaki çekiciliğinin azalmaya başlaması.
3) Batı'nın siyasal dayatmalarına karşı Türkiye toplumunda artan bir hoşnutsuzluğun baş göstermesi ve bu rahatsızlığın siyasal alanda kendisine temsil imkanı bulabilmesi.
Yeni dönemde Türkiye'de yürürlükte olan modernleşme politikaları Batıcı paradigmanın dışında kendisine bir varlık alanı bulmaya çalışıyor.
Bu ülkenin ihtiyaçlarını esas alan, halkın değerleriyle çatışmayan sahici bir ıslahat programına sahip. Ve bunu hayata geçirecek kaynakları da elinde bulunduruyor. Bugün Erdoğan liderliğinde Türkiye'yi yöneten siyasi elit, bu kaynakları kalıcı hale getirmek için uğraşıyor. Devletin bugün olduğu gibi yarın da sahici bir ıslahat gündemine sahip olabilmesi için yapısal düzenlemelere girişmeye çalışıyor.
Yeni anayasa yapma çabası da, yeni hükümet sistemi inşa etme gayreti de bununla ilişkili.
Aşağılık kompleksiyle kendi ülkesine, toplumuna ve vatandaşına bakanlar zemin kaybetmiş durumda.
Milletin varlığını ve gücünü aşağılayanların bugün itibariyle bu ülkeye katkı sunabilecek ne enerjileri var, ne de birikimleri.
Bu durumda elinde bir biçimde imkan ve otorite olanların bu ülke için sorumluluğu kat be kat artıyor.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Başkan Erdoğan’ın Afrika ziyareti (25.07.2018)
- Bu zulüm düzeni yıkılacak elbet (23.07.2018)
- İsrail’in tehlikeli oyunu (21.07.2018)
- Kendi sesimize kulak verelim, dış seslere değil (19.07.2018)
- Hesaplaşmamız sürmeli (18.07.2018)
- Kazanan 15 Temmuz ruhudur (16.07.2018)
- Irkçıları daha ne kadar koruyacaksınız? (14.07.2018)
- NATO’da ABD-Avrupa çekişmesi (12.07.2018)
- Başkan Erdoğan, El Muzaffer Daimen (11.07.2018)
- Kültürel alan da demokratikleşmeli (09.07.2018)