Milletin balans ayarı
Cumhuriyetin kuruluşundan 2000'li yılların başına kadarki birinci dönemde devlet, kendisini milletin üstünde tanımlamıştı.
Devlet, tek tip bir millet yaratmak için uğraş verdi.
Devlet, kendisini çoban, milleti ise güdülecek bir sürü gibi gördü.
Batıcı bir ahlak ve jakoben bir siyasetle milleti tek bir kalıba sokmak için çabaladı.
Millet, tepeden inme politikalar ve baskıcı uygulamalarla terbiye edilmek istendi.
Devletin bu kaba saba tavırları "milletin direnci"yle karşılaştı.
Bu direnci temsil etmek isteyen siyasi oluşumlar bir süre sonra devletin sert müdahalesiyle akamete uğratıldı.
Millet devlete yabancılaştı.
Devletini kendinden bilemedi, kendisini "öz yurdunda garip" hissetti.
2000'li yıllara kadar bu böyleydi.
Bu yeni süreç, modern Türkiye tarihinde devlet millet ilişkileri bağlamında ikinci dönemin kapılarını açtı.
Bürokratik oligarşinin mutlak egemenliği sarsılmaya, "milletin direnci"ni temsil eden siyasi elitler devlet elitlerinin yerini almaya başladı.
Devlet içindeki iktidar merkezi değişti.
Sivil, demokratik siyaset milletin sorunlarına, ülkenin ihtiyaçlarına eğilmeye başladı.
Siyaset ciddi anlamda itibar kazandı, alanı genişledi, sorunların çözüme kavuşturulduğu bir mekanizma olarak görülmeye başlandı.
Artık milletin kahir ekseriyeti devletin kendi ad ve hesabına hareket ettiğine inanıyordu.
Milli kalkınma politikalarıyla yaşanan büyüme ve refah artışı bu sürece hız verdi.
Hele hele milletin vicdanında derin yaralar açan adaletsizliklerin ve özgürlük sorunlarının giderilmeye başlanması milletin devletle barışmasını mümkün kılan en önemli gelişme oldu.
Evet bu ikinci dönemde millet devletle barıştı.
Ne var ki devlet bu ikinci dönemde yaşadığı ideolojik dönüşüme rağmen kurumsal bir dönüşüm yaşayamadı.
Devlet milletle barışsa da, milletin taleplerine uygun bir biçimde yenilenemedi.
Geçmiş dönemin hastalıklı refleksleri çoğu kez bürokratik kanallar ve kısmen de siyasi aktörler üzerinden zaman zaman nüksetti.
27 Nisan e-muhtırası, 17-25 Aralık yargı darbesi ve son olarak da 15 Temmuz askeri darbe girişimi devletin içinde yuvalanmış ve milleti hala güdülecek bir sürü olarak gören aktörlerin işledikleri cürümler olarak tarihe geçti.
Üçüncü dönem, 15 Temmuz 2016'da açıldı.
Bu yeni dönemde devletin kendisini yenileyecek, milletin taleplerini birebir yansıtacak şekilde kurumsal bir dönüşüm yaşayacak. Bu bir lüks değil, bir zorunluluk.
Zira artık millet, devletin taleplerine göre değil, devlet milletin taleplerine göre şekilleniyor.
Yeniden yapılandırılıyor.
Bu süreçte millet öz direncini ve taleplerini temsil payesini Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan'a verdi.
Erdoğan'ın liderliğinde, bütün siyasi aktörlerin katılımıyla bu sürecin yürütülmesini talep etti.
7 Ağustos 2016 tarihinde İstanbul Yenikapı meydanında bir araya gelen milyonlar devlete ve siyasete balans ayarı yaptı.
Yeni bir dönemin önü açıldı. Bu sürece kendisini uyarlayan aktörler kalıcı hale gelir.
Uyarlamayanlar ise kaybeder.
Bu kadar açık, bu kadar net!
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Başkan Erdoğan’ın Afrika ziyareti (25.07.2018)
- Bu zulüm düzeni yıkılacak elbet (23.07.2018)
- İsrail’in tehlikeli oyunu (21.07.2018)
- Kendi sesimize kulak verelim, dış seslere değil (19.07.2018)
- Hesaplaşmamız sürmeli (18.07.2018)
- Kazanan 15 Temmuz ruhudur (16.07.2018)
- Irkçıları daha ne kadar koruyacaksınız? (14.07.2018)
- NATO’da ABD-Avrupa çekişmesi (12.07.2018)
- Başkan Erdoğan, El Muzaffer Daimen (11.07.2018)
- Kültürel alan da demokratikleşmeli (09.07.2018)