1 Kasım seçimlerine ilişkin en iyimser senaryo, AK Parti'nin ucu ucuna iktidarı yakalamasıydı. Bu durumda AK Parti, bir yandan güvenlik sorunları ile uğraşırken, diğer yandan da kendisini toplumsal ve ekonomik alanlarda mikro politika çözümleri üretmeye hasredecekti.
AK Parti'nin % 44 oy ve 280 civarında bir milletvekili ile siyasal reform hamlelerine girişmesini beklemek gerçekçi olmazdı. Fakat başka bir şey oldu. AK Parti çok güçlü bir biçimde, 2 seçmenden 1'inin oyunu alarak iktidar oldu.
Bu da AK Parti'yi diğer alanlara ek olarak siyasal reform alanına çekti. Bu aslında AK Parti'nin geleneksel misyonuna geri dönmesi anlamına da geliyor. AK Parti, bir kez daha hem gündelik sorunlara çözüm sunmak hem de yapısal reformlar gerçekleştirmek üzere siyaset sahnesinde yerini almış oldu.
Bu bağlamda aklımıza ilk gelen yeni, sivil bir anayasa. Başbakan Ahmet Davutoğlu, yeni meclisin sivil ve yerli bir anayasa yapabilmesi için ellerinden gelen bütün gayreti ortaya koyacağını ifade etti.
Öyle görünüyor ki, AK Parti hükümeti bir yandan ulusal ve bölgesel güvenlik sorunlarına çözüm bulmak, ekonomiyi iyileştirmek ve dezavantajlı toplum kesimlerine yeni imkan alanları açmak için uğraş verirken, diğer yandan, katılımcı bir tarzda yeni bir anayasa yapım sürecini hayata geçirmeye çalışacak. Bu noktada AK Parti'nin siyasal reform alanında performans sergilemek durumunda olması, onun için bir lüks değil, bir zorunluluk.
Elbette yeni anayasa yapım sürecinin en önemli unsuru, yeni hükümet sistemi meselesi olacak. Yeni hükümet sistemi meselesi, Türkiye siyasetinin yapısal reform ajandasının da en önemli teması. Yani Türkiye'nin parlamenter bir sistemle mi, yoksa bir başkanlık sistemi ile mi yönetileceği hususu önümüzdeki en temel sorulardan bir tanesi. AK Parti'nin yeni hükümet sistemi ile ilgili resmi görüşü ise, başkanlık sisteminin tesisi yönünde.
Bütün bunlar bilindiği ve seçimden AK Parti ezici bir üstünlükle çıktığı için, başkanlık sistemi tartışması siyasetin merkezine oturdu.
Muhalefet de, derhal pozisyon aldı ve AK Parti'nin seçim sonuçlarından tek beklentisinin "başkanlık sistemini tesis etmek" olduğu tezini işlemeye başladı.
Bu kurnaz hamleye AK Parti eliti, "öncelikli politika alanları"na dikkat çekerek ve başkanlık sisteminin bugünün meselesi olmadığını ifade ederek cevap verdi.
AK Parti elitinin buradaki motivasyonu anlaşılabilir.
Fakat unutulmaması gerekir ki, başkanlık sistemi ile ilgili olarak en fazla gündeme getirilen görüş, kamuoyunun bu konuda yeterince bilgilendirilmediği hususudur.
Bence, muhalefetin yarattığı negatif ortamdan hareketle başkanlık tartışmalarının önünü kesmek, muhalefetin tuzağına düşmektir.
Şu anda sivil toplumun ve siyasi partilerin Türkiye'nin ihtiyaç duyacağı yeni hükümet sistemi meselesini enine boyuna tartışması gerekir. Aksi takdirde başkanlık sistemi değişiminin yeri geldiğinde, bir kez daha "kamuoyunun hazır olmama" durumundan bahsedilecektir.
Bir başka husus da şudur: 1 Kasım başarısı sayesinde Gezi kalkışması ile açılan parantez kapanmıştır. 2013 Mayısından sonra ister istemez oluşan ve 7 Haziran'dan sonra zirveye çıkan negatif psikolojiyi terk etmek durumundayız.
Tabii ki tevazuyu elden bırakmadan, pek tabii ki istiğna çukuruna düşmeden... Davutoğlu yönetimindeki AK Parti'nin ülkenin halihazırdaki sorunlarına bugün ve burada cevap üretirken, Yeni Türkiye'nin ihtiyaç duyacağı yapısal reformları da üretecek güç ve yetkinliğe sahip olduğuna şüphem yok.
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.