O kanı akıtan sen olmayasın!
Tek özellikleri, düşmanlarının ortak olması.
Bu "ortak düşman" konsepti onları feci bir "suç ortaklığı"na itmiş durumda. Halihazırda akan kanın hesabını güya Cumhurbaşkanı'ndan sormaya kalkıyorlar. Önce gidin ve bir aynaya bakın.
Bakalım Gezi kalkışmasından bu yana nasıl bir canavara dönüştüğünüzü görebilecek misiniz?
Göremezsiniz, çünkü gözünüz dönmüş durumda.
Ben Gezi olaylarını daha ilk başından itibaren Türkiye'nin toplumsal barışına yönelik bir hamle olarak okudum. 2013'ün mayıs ayında Gökhan Çetinsaya, rahmetli Osman Öztürk ve Muhittin Ataman ile birlikte Batman, Siirt, Hakkâri, Şırnak ve Diyarbakır'a gitmiştim. O şehirlerdeki üniversiteleri ziyaret etmiş ve kendimizce barış sürecinde bölge üniversitelerinin daha pozitif bir rol üstlenmesi için bir sinerji oluşturmaya çalışmıştık.
Bölgede gördüğüm hava herkes gibi beni de çok etkilemişti. Çekilmeler başlamıştı. Umutlar zirvedeydi. Bölgeden döndükten kısa bir süre sonra Gezi olayları patlak verdi. Gezi olaylarının bendeki ilk aksi, Güneydoğu bölgesinde gördüğüm havayı dağıtacak bir politik ortam oluşması endişesi oldu.
Yıllardır "AKP Kürt sorununu çözmezse hiçbir şey yapmamış demektir" yönlü uyarılarda bulunan sol, sosyalist, liberal cenahtan birçok insanın birdenbire bir "başkaldırı romantizmi"ne düçar olduklarını görmem bu endişemi pekiştirdi.
Hep birlikte bu insanların her halleriyle "devrim ihtimalinin söz konusu olduğu yerde toplumsal barış teferruattır" dediklerine tanıklık ettik. Gezi olayları uzunca bir süre barış sürecine etkisi itibariyle tartışılamadı. Oysa, PKK'nın sudan bahanelerle çekilme sürecini durdurması o günlere denk geldi.
Fakat uzunca bir süre PKK da, Gezici okur yazar takımı da çekilmelerin durması ile Gezi olayları arasında bir bağ olduğunu kabul etmedi.
Bu tezi dile getirenleri ise komploculukla suçladılar.
Ne zaman ki BDP daha sonra HDP Gezi mirasını sahiplenmeye, Gezi romantizminin şampiyonluğuna soyunmaya başladı işte o andan itibaren bu bağ yavaş yavaş kurulmaya başlandı.
Şimdi ise PKK'nın yetkili ağızları, mayıs ayı sonunda çekilmeleri durdurmalarını Gezi olaylarına bağladı.
Gezi kalkışmasını bırakın desteklemeyi, ona yön vermeye çalışan "solcu kalemler", PKK'nın da zaten silah bırakması için anlamlı bir zeminin olmadığını yazıp çizmeye başladılar.
PKK'ya da "ne aldınız ki silah bırakıyorsunuz" diyebildiler.
Gezi sonrası oluşan ortam gözlerini de vicdanlarını da kör etti. Hayatlarını, bütün birikimlerini tek bir amaca indirgediler. Gözleri ne barış gördü, ne başka bir şey. Aksine barış olursa düşmanlaştırdıkları kişinin, Erdoğan'ın çok daha güçlenebileceğini düşündüler. Bundan daha kötü ne olabilirdi?
Evet, PKK bugün masum insanları katlediyorsa bunun nedeni meşru ve makul gerekçelerle başlatılan çözüm süreci ve bu iradenin arkasındaki siyasi irade değildir. Bunun en önemli nedeni, kendini köşeye sıkışmış hisseden ve silah bırakmak zorunda kalan bir terör örgütüne Gezi kalkışması gibi bir fırsat alanı oluşturulmuş olmasıdır.
Gezi, PKK'ya silah bırakmaması için altın tepside sunulmuş bir fırsattı. Ve bunda katkısı olanlar bugün olan bitenden önce kendilerini sorumlu tutsun, nedamet getirsin, sonra konuşsunlar...
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Başkan Erdoğan’ın Afrika ziyareti (25.07.2018)
- Bu zulüm düzeni yıkılacak elbet (23.07.2018)
- İsrail’in tehlikeli oyunu (21.07.2018)
- Kendi sesimize kulak verelim, dış seslere değil (19.07.2018)
- Hesaplaşmamız sürmeli (18.07.2018)
- Kazanan 15 Temmuz ruhudur (16.07.2018)
- Irkçıları daha ne kadar koruyacaksınız? (14.07.2018)
- NATO’da ABD-Avrupa çekişmesi (12.07.2018)
- Başkan Erdoğan, El Muzaffer Daimen (11.07.2018)
- Kültürel alan da demokratikleşmeli (09.07.2018)