Temsil, H. Pitkin'in klasikleşmiş tanımında olduğu gibi bir şeyi "yeniden görünür kılmak"tır. Siyasal temsil ise, siyaset sahnesinde toplumun sesine ses olmak, bastırılanı, baskılananı açığa çıkarmaktır. Toplumun temsili derken sadece bir kolektif sesin temsilinden bahsetmiyoruz. Onun içindeki bireylerin, farklı seslerin, görüşlerin temsili, vatandaşın sahneye taşınması, taşınabilmesidir söz konusu olan.
Siyasal aktörlerin faaliyetleri, bu yönüyle öncelikle birer temsil faaliyeti olarak görünebilir. Temsil edilen ile temsil eden arasındaki mesafe ne kadar kısalırsa, orada siyasetin kalitesine ilişkin o denli olumlu çıkarımda bulunulabilir. Evet, siyaset her şeyden önce bir temsil meselesidir ama siyaset sadece temsilden ibaret de değildir. Mesele, sadece temsil olsaydı siyasal alandaki gerilimler sadece, siyaset sahasındaki temsilcilerle temsil edilenler arasında olurdu. Fakat siyasal alandaki gerilimler çoğu kez, temsilciler arasında cereyan eder. Bunun nedeni de ister araç olarak görülsün isterse amaç, iktidarın siyasetin en önemli bileşenlerinden biri oluşudur. İktidar olmak, iktidarda kalmak, iktidara ortak olmak, iktidardan yararlanmak vb. pozisyonlar siyasetçi için temel uğraşlar olarak karşımıza çıkar.
***
Türkiye, yeni bir seçime hazırlanıyor. Önümüzdeki günlerde siyasal alanı partilerin seçim kampanyaları işgal edecek. Seçimlere olağanüstü koşullarda girmesi adiyattan sayılan Türkiye, bu kez görece bir sükûnet ortamında seçimlere girecek. Bu, çözüm sürecinde gelinen olumlu nokta, sivil-asker ilişkilerinde yaşanan normalleşme ve paralel devlet yapılanmasıyla mücadelede atılan adımlar sayesinde mümkün olabildi. Seçimlere doğru giderken, bazı siyaset dışı aktörlerin olağanüstü bir ortam yaratmak üzere çaba sarf etmemelerini beklemek elbette safdillik olur. Ancak ne mutlu ki bu çabaların karşılık bulabilmesi için uygun bir sosyo-politik zemin yok ortada. Dolayısıyla Türkiye'de belki de ilk kez, siyasetin teorisini ve pratiğini birlikte konuşma, tartışma imkânımız var.
Önümüzdeki seçimlerde siyaset sahnesinde rol alacak partilere baktığımızda, iki aktörün aktif, iki aktörün ise pasif bir temsil siyaseti yürütme ihtimalinden bahsedebiliriz. Normal şartlarda AK Parti ve HDP'nin aktif bir temsil siyaseti yürütme çabası içinde olması, CHP ve MHP'nin ise pasif bir temsil siyaseti izlemesi beklenebilir. CHP ve MHP'nin iki nedenle aktif bir temsil stratejisi izleme şansı yok. Birincisi, temsiline soyundukları toplumsal kesimleri yıllardır "siyasal başarı" duygusundan mahrum ettiler ve onları kronik bir AK Parti karşıtlığına sıkıştırdılar. İkincisi ise, Türkiye toplumunun genelinde yaşanan değişimi doğru okuyamadılar. Açıkçası bir siyasetçinin önünde, toplumsal değişimi doğru okuyamamaktan daha büyük risk olabilir mi bilemiyorum. Olsa olsa toplumsal değişimi okumak gibi bir gündeminin olmaması olabilir belki.
***
HDP'nin aktif bir temsil stratejisi izlewme ihtimalinin olduğunu nereden çıkarıyoruz peki? HDP, temsilini üstlendiği toplum kesimlerine bir "başarı" vaadinde bulunuyor. Bu noktada AK Partiyle ortaklaştıklarını söyleyebiliriz. İkincisi ise, HDP'nin bütün toplumu "Türkiye'nin partisi olma" ajandasıyla ilgili ikna etmesi gerekiyor. Bunun için de aktif bir temsil stratejisine ihtiyacı var. Dikkat ederseniz, HDP için bunu bir ihtimal olarak zikrettim. Normal şartlar altında olması gereken bu. Fakat bunun için HDP'nin önünde duran 3 engelle yüzleşmesi gerekiyor: 1) 6-8 Ekim zihniyeti ve travmasıyla 2) Kandil vesayetiyle ve 3) Sosyalist endişeli modern entelijansyanın parti yönetimi üzerindeki hükümran söylemiyle.
HDP, eğer bu yüzleşmeyi gerçekleştiremezse sadece tek bir seçim kaybetmiş olmayacak. Yok eğer HDP, bunu başarabilirse o takdirde Türkiye'nin demokratikleşme ajandasına katkıda bulunmuş olacak.
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.