Bülent Arınç'ın göremediği
Mütebessim çehresi ve akıcı üslubuyla sorulan sorulara verdiği cevaplar son derece dikkat çekiciydi. Deneyimli bir siyasetçi ve AK Parti hareketinin önemli bir siması olarak Arınç'ın açıklamaları Türkiye siyasetine ve AK Parti'ye ilişkin üzerinde durulması gereken önemli değerlendirmeler içeriyordu.
İlk etapta bu yazıda müstakil bir Bülent Arınç okuması yapmayı düşündüm. Ancak bunu bir başka sefere erteleyerek, Arınç'ın söz konusu programdaki "ihtar" ve "eleştiri"lerine odaklanmanın daha doğru olacağına kanaat getirdim. Hemen belirteyim, Arınç'ın "ihtar" ve "eleştirileri"ne odaklanma isteğimin kökeninde, onlar vesilesiyle muhalefette yaşanan "bayram sevinci" yok. Muhalefetin bu sevinci yaşaması normal. Nihayetinde kaç yıldır dillerinde tüy bitti. Memlekette otoriterleşme ve kutuplaşma var diye. Arınç'ın söylemleri onlara "bakın, gördünüz mü" deme imkânı sundu.
Fakat konuşulması gereken bundan daha fazlası. Ama önce, Arınç ne dedi onu hatırlayalım. "Adalette, haksızlık yapmakta veya emaneti ehline vermemekte, kısa devre ve çıkara dayalı siyaset yapmakta adım atmaya başlarsak veya birileri böyle bir tehlikeyi karşımıza getirirse o zaman sıkıntı olabilir. Böyle bir şey var mı Ak Parti'de? Olabilir. (...) İkincisi de biz yüzde 50 oy alıyoruz. Fakat geriye kalan yüzde 50'de bir nefret söylemine dönüşüyor. Biz eskiden sokağa çıkardık taraftarımız bizi çok severdi. Karşıdaki muhalifler de saygı duyardı. Şimdi bir nefretle bakış seziyorum. Kemikleşme, kamplaşma var."
Bülent Arınç, özetle, AK Parti'nin sadakati değil liyakati gözetmesi gerektiğini, çatışmayı bırakıp uzlaşmayı esas alması gerektiğini belirtiyor.
Peki, ne var bunda? Problem, muhalefete malzeme vermesi mi? Görüştüğüm bazı AK Partililer Arınç'ın bu söyleminin "muhalefete malzeme verdiği" kanaatinde. Ama ben işin o tarafında değilim. Nihayetinde bir siyasetçi olarak onu takdir edecek olan sayın Arınç'tır.
Ben meseleye Türkiye'nin politik sosyolojisi bağlamında bakmaktan yanayım. Öyle baktığımızda ise sayın Arınç'ın ifadeleri, benim gözümde "siyasal karşılığı olmayan temenniler"e dönüşüyor. Eğer, AK Parti başlattığı normalleşme sürecini tamamlayabilmiş, dönüşüm sürecini sağlıklı bir kurumsallaşmayla taçlandırabilmiş olsaydı o vakit bu temennilerin AK Parti iktidarı açısından siyasal bir karşılığı olabilirdi.
Daha açık bir ifadeyle, eğer ki Türkiye'deki elit dönüşümü kanalları yeterince açılmış ve çeperlere itilmiş kesimler kifayet miktarınca bile olsa merkeze taşınabilmiş olsaydı bu ifadeler çok anlamlı olurdu. Eğer ki, ulusal ve uluslararası vesayet odaklarıyla mücadele süreci başarıyla tamamlanmış, Türkiye'nin demokratikleşme ajandası olur olmaz tehditlerle yüzleşmeye icbar edilmemiş olsaydı durum farklı olurdu.
AK Parti karşıtı kalem erbabının en büyük söylemsel ataklarından biri "siyasal kutuplaşma"yı "toplumsal kutuplaşma" diye yutturma çabasıdır. Sayın Arınç'ın bu söyleme teslim olduğunu görmek şaşırtıcı. Ben yazılarımda ısrarla AK Parti siyasetinin merkezinde "helalleşme siyaseti" olduğunu vurguluyorum. Bu vurgumun, şimdi de arkasındayım. Fakat hatırda tutulması gereken, bu helalleşme siyasetinin, anti-demokratik vesayet kanallarıyla "hesaplaşma" tamamlanmaksızın başarılı olamayacağıdır.
"AK Parti ne zaman kaybeder" sorusu anlamlı bir sorudur. Bu soruyu gündeme getirdiği için partisi sayın Arınç'a elbette minnettar olmalıdır. Fakat, Arınç'ın cevapları yeterli değil. AK Parti, her şeyden önce "helallaşme" ve "hesaplaşma" dengesini yitirdiğinde ve "hesaplaşma"yı "uzlaşma"ya indirgediğinde kaybeder.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Başkan Erdoğan’ın Afrika ziyareti (25.07.2018)
- Bu zulüm düzeni yıkılacak elbet (23.07.2018)
- İsrail’in tehlikeli oyunu (21.07.2018)
- Kendi sesimize kulak verelim, dış seslere değil (19.07.2018)
- Hesaplaşmamız sürmeli (18.07.2018)
- Kazanan 15 Temmuz ruhudur (16.07.2018)
- Irkçıları daha ne kadar koruyacaksınız? (14.07.2018)
- NATO’da ABD-Avrupa çekişmesi (12.07.2018)
- Başkan Erdoğan, El Muzaffer Daimen (11.07.2018)
- Kültürel alan da demokratikleşmeli (09.07.2018)