Başkanlık sistemi neden gerekli?
Yeni bir evrede, yeni bir dönemde yaşıyoruz. Bu yeni evreye kimileri "Yeni Türkiye" adını veriyor. Kimileri ise "Post-Kemalist dönem" diye niteliyor. 1930'larda formüle, 60'larda revize, 80'lerde tahkim edilen Kemalizm 2000 sonrasında tarihin dışına itildi. AK Parti, muhafazakâr bir değişim programı ile, tedrici bir surette gerçekleştirdi bunu. Kırıp dökmeden, toplumsal mutabakatı esas alarak, kapsayıcı bir program çerçevesinde başardı bu değişimi.
Evet, AK Parti hükümetleri 2000 sonrasında ekonomiden dış politikaya, iç politikadan eğitime, sağlıktan kültüre kadar pek çok makro alanda sistemik dönüşümler meydana getirdiler. AK Parti bu dönüşümleri, ayağına vurulmaya çalışılan birçok prangaya rağmen gerçekleştirdi. Kalkınma programını hayata geçirirken ilk başlarda geniş bir mutabakatla karşılaştı. Nihayetinde büyük sermayedarın da uluslararası yatırımcının da istikrarlı bir Türkiye'ye ihtiyacı vardı ve AK Parti'nin bunu başarması başlangıçta geniş bir kesimin işine geldi. Hatırlayın o dönemlerde büyük sermayedarlar "oyumuz CHP'de gönlümüz AK Parti'de" diyorlardı. Nihayetinde servetlerine servet katmanın derdindeydiler. Ama diğer taraftan da, ideolojik ve kültürel yakınlık duydukları parti başkaydı. Ne var ki bir süre sonra büyük sermayedarlar başta olmak üzere AK Parti'ye sentetik ve konjonktürel destek verenler desteklerini çekmeye başladılar. Bunun üç nedeni vardı.
Bugünden geriye dönüp baktığımızda, AK Parti vaat ettiği pek çok dönüşümü iktidarının ilk birkaç yılında hayata geçirebilirdi. Hatırlayın, Türkiye, AK Parti iktidardayken neredeyse 10 yıl başörtüsü yasaklarını tartışmak zorunda kaldı. Bugün, siyasal alanda sadece marjinal grupların savunduğu ve sesli bir biçimde dahi dillendiremediği bir yasaktan Türkiye 10 yıl kurtulamadı. Hem de bu yasağı insanlık suçu sayan ve mutlak surette kaldırmak isteyen bir hükümete rağmen. Kürt sorununun adını koymak için ne denli uğraş verildi. Bugün "Kürt sorunu" kavramsallaştırmasına kim itiraz edebiliyor?
Ne oldu? Türkiye, zaman kaybetti. Önce normalleşme sonra kurumsallaşma felsefesi gereği birçok vesayet odağı ile mücadele edildi. Evet sonunda Türkiye kazandı ama zaman kaybetti. Kim ne derse desin, ne daha fazla zaman ne de enerji kaybedebiliriz. Türkiye'nin yeni dönemine uygun yeni bir sisteme ihtiyacı var. Vesayetçi bir akıl tarafından dizayn edilen bir siyasal sistem içinde yeni Türkiye kurumsallaşamaz. Anti-demokratik bir sistemden demokratik bir sisteme geçişten bahsediyoruz. Tersinden değil. Son olarak şunu da belirtmem lazım. Muhalefetin şunu anlaması gerekiyor. Bundan böyle Türkiye'nin değişim ihtiyacını Erdoğan karşıtlığıyla perdelemenin imkânı kalmamıştır. Muhalefet Erdoğan karşıtlığını yükselttikçe, başkanlık sistemi Erdoğan'ın şahsıyla ilişkilendiriliyor. Ve bu da sanılanın aksine Erdoğan'ın bu sistem değişimi için toplumu ikna etmesine daha fazla imkân tanıyor. İyi de oluyor... Çünkü Türkiye'nin demokratikleşme ajandasını sürdürmesi ve bu doğrultuda yeni bir sistemle yoluna devam etmesi gerekiyor.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Başkan Erdoğan’ın Afrika ziyareti (25.07.2018)
- Bu zulüm düzeni yıkılacak elbet (23.07.2018)
- İsrail’in tehlikeli oyunu (21.07.2018)
- Kendi sesimize kulak verelim, dış seslere değil (19.07.2018)
- Hesaplaşmamız sürmeli (18.07.2018)
- Kazanan 15 Temmuz ruhudur (16.07.2018)
- Irkçıları daha ne kadar koruyacaksınız? (14.07.2018)
- NATO’da ABD-Avrupa çekişmesi (12.07.2018)
- Başkan Erdoğan, El Muzaffer Daimen (11.07.2018)
- Kültürel alan da demokratikleşmeli (09.07.2018)