"Batı karşıtlığı" niçin anlamlıdır?
Geçtiğimiz günlerde Fransa'da meydana gelen terör saldırıları sonrasında bir kez daha gördük ki, "Batı" hakkında konuşmak her geçen gün daha da zorlaşıyor. Bunun nedeni Batı dışındaki siyasi aktörlerin "Batı karşıtı" bir pozisyona düşmekten çekinmeleri. Toplumlarında "Batı karşıtı" siyasal muhayyilenin güçlü olduğu politikacılar dahi bu pozisyonu kendileri için tehlikeli addediyorlar.
Elbette derdim, "Batı karşıtı" bir siyasi pozisyon önermek değil. Giderek üzerinde konuşulamaz hale gelen bir meselenin sosyolojik sınırlarını çizmek. Zira Batı karşıtlığı en temelde dünyevi ve siyasal çıkar odaklı bir pozisyon. Bu pozisyona aşkınlık atfedenler, "Batı karşıtları"ndan çok "Batıcı"lar. Böylelikle, bir tabu yaratmış ve koruma kalkanı oluşturmuş oluyorlar.
En büyük hata, Batı karşıtlığını ya da Amerikan karşıtlığını basit bir önyargı gibi değerlendirmekten geçiyor. Söz konusu karşıtlık dogmatik bir düşüncenin ürünü değil. Aşkın bir felsefenin yansıması da.
Batı karşıtlığının kaynağında her şeyden önce Batılı devletlerin tarihten bugüne sürdürdükleri "yayılmacı dış politika" yatmaktadır. On dokuzuncu yüzyılın fiili sömürge siyaseti, 11 Eylül sonrasında yeni formlar kazanarak devam etmektedir. Sürdürülen Ortadoğu politikası, İsrail sorununa yaklaşım, Irak savaşı, Afganistan savaşı, Suriye krizi vs.
Batı karşıtlığını besleyen önemli dinamiklerden biri de Batı'nın çifte standartlı politikalar uyguladığı yönündeki genel kanaattir. Bir yandan demokrasi ve insan hakları retoriği yapıp, yeri geldiğinde bu retorikler üzerinden çeşitli ülkelere yaptırım uygulayıp, diğer yandan Batıyla uyumlu otoriter yönetimlere destek verme tavrı bunun tipik bir örneğidir.
Batı karşıtlığına zemin teşkil eden bir başka husus da, Batı medyasında üretilen "öteki" imajlarıdır. Batı'nın tanımadığı, kendi dışında kalan sosyo-kültürel gerçekliklerle ilgili ürettiği imajlar derin bir Batı karşıtlığı üretmektedir. İslam'ın Batı medyasındaki temsili bunun bariz bir örneğidir.
Bunlara örneğin Amerika'nın dünyadaki askeri üslerini de eklememiz mümkün. Fakat bir başka unsur daha var ki, onun da mutlaka altını çizmemiz gerekir. O da, bizatihi Batı'nın içinden yükselen Batı karşıtı seslerdir. Sömürgeci siyaset eleştirileri yanında, tüketimcilik, hedonizm, teknolojizm ve kültürel yayılmacılık gibi unsurlar da bu süreçte eleştiri konusu yapılmaktadır.
Bir başka nokta da, 1990 sonrasında yaşanan küreselleşme süreci ve artan kültürel karşılaşmalarla birlikte "Batı karşıtlığı"nın yeni formlar kazanmasıdır. Daha fragmenter, olay esaslı ve mikro ölçekli bir biçimde kendini gösteren Batı karşıtlığı küresel düzlemde etkisini sürdürmeye devam etmektedir.
Esas mesele, Batı karşıtlığının kaynaklarını doğru kavramaktan ve eğer bu karşıtlığın ortadan kalkması isteniyorsa söz konusu kaynakların kurutulmasından geçer.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Başkan Erdoğan’ın Afrika ziyareti (25.07.2018)
- Bu zulüm düzeni yıkılacak elbet (23.07.2018)
- İsrail’in tehlikeli oyunu (21.07.2018)
- Kendi sesimize kulak verelim, dış seslere değil (19.07.2018)
- Hesaplaşmamız sürmeli (18.07.2018)
- Kazanan 15 Temmuz ruhudur (16.07.2018)
- Irkçıları daha ne kadar koruyacaksınız? (14.07.2018)
- NATO’da ABD-Avrupa çekişmesi (12.07.2018)
- Başkan Erdoğan, El Muzaffer Daimen (11.07.2018)
- Kültürel alan da demokratikleşmeli (09.07.2018)