"Batı karşıtlığı", küresel düzlemde varlık gösteren ideolojik ve siyasi bir pozisyon. Batı'nın dünya egemenliğini ele geçirdiği on dokuzuncu yüzyıldan bu yana "Batı karşıtlığı" da yükseliyor. Buna mukabil, "Batı karşıtlığı" gün geçtikçe daha çok mahkûm edilen bir söylemsel şiddet nesnesine dönüşüyor.
Geçtiğimiz günlerde Fransa'da meydana gelen terör saldırıları sonrasında bir kez daha gördük ki, "Batı" hakkında konuşmak her geçen gün daha da zorlaşıyor. Bunun nedeni Batı dışındaki siyasi aktörlerin "Batı karşıtı" bir pozisyona düşmekten çekinmeleri. Toplumlarında "Batı karşıtı" siyasal muhayyilenin güçlü olduğu politikacılar dahi bu pozisyonu kendileri için tehlikeli addediyorlar.
Elbette derdim, "Batı karşıtı" bir siyasi pozisyon önermek değil. Giderek üzerinde konuşulamaz hale gelen bir meselenin sosyolojik sınırlarını çizmek. Zira Batı karşıtlığı en temelde dünyevi ve siyasal çıkar odaklı bir pozisyon. Bu pozisyona aşkınlık atfedenler, "Batı karşıtları"ndan çok "Batıcı"lar. Böylelikle, bir tabu yaratmış ve koruma kalkanı oluşturmuş oluyorlar.
Hiç kuşkusuz Batı karşıtlığının en çağdaş versiyonu Amerikan karşıtlığıdır. Amerikan karşıtlığı, Batı ünitesinin bir diğer parçası olan Avrupa'da da zaman zaman kendisine yer bulmuşsa da, dünya yüzeyinde "Batı karşıtlığı"nın bir cüzü olarak algılanır. Bunun nedeni, ABD'nin kendisini "Batı'nın önder toplum"u olarak konumlandırmasıdır.
En büyük hata, Batı karşıtlığını ya da Amerikan karşıtlığını basit bir önyargı gibi değerlendirmekten geçiyor. Söz konusu karşıtlık dogmatik bir düşüncenin ürünü değil. Aşkın bir felsefenin yansıması da.
Batı karşıtlığının kaynağında her şeyden önce Batılı devletlerin tarihten bugüne sürdürdükleri "yayılmacı dış politika" yatmaktadır. On dokuzuncu yüzyılın fiili sömürge siyaseti, 11 Eylül sonrasında yeni formlar kazanarak devam etmektedir. Sürdürülen Ortadoğu politikası, İsrail sorununa yaklaşım, Irak savaşı, Afganistan savaşı, Suriye krizi vs.
Batı karşıtlığını besleyen önemli dinamiklerden biri de Batı'nın çifte standartlı politikalar uyguladığı yönündeki genel kanaattir. Bir yandan demokrasi ve insan hakları retoriği yapıp, yeri geldiğinde bu retorikler üzerinden çeşitli ülkelere yaptırım uygulayıp, diğer yandan Batıyla uyumlu otoriter yönetimlere destek verme tavrı bunun tipik bir örneğidir.
Batı karşıtlığına zemin teşkil eden bir başka husus da, Batı medyasında üretilen "öteki" imajlarıdır. Batı'nın tanımadığı, kendi dışında kalan sosyo-kültürel gerçekliklerle ilgili ürettiği imajlar derin bir Batı karşıtlığı üretmektedir. İslam'ın Batı medyasındaki temsili bunun bariz bir örneğidir.
Bunlara örneğin Amerika'nın dünyadaki askeri üslerini de eklememiz mümkün. Fakat bir başka unsur daha var ki, onun da mutlaka altını çizmemiz gerekir. O da, bizatihi Batı'nın içinden yükselen Batı karşıtı seslerdir. Sömürgeci siyaset eleştirileri yanında, tüketimcilik, hedonizm, teknolojizm ve kültürel yayılmacılık gibi unsurlar da bu süreçte eleştiri konusu yapılmaktadır.
"Batı karşıtlığı", Batı dünya hegemonyasına ve Batıcıların varlığına bağlı bir biçimde ortaya çıkmıştır. Onu bir sapma yahut insanlık suçu gibi ele almak dünyadaki adaletsizlikleri derinleştirmekten başka bir işe yaramaz.
Bir başka nokta da, 1990 sonrasında yaşanan küreselleşme süreci ve artan kültürel karşılaşmalarla birlikte "Batı karşıtlığı"nın yeni formlar kazanmasıdır. Daha fragmenter, olay esaslı ve mikro ölçekli bir biçimde kendini gösteren Batı karşıtlığı küresel düzlemde etkisini sürdürmeye devam etmektedir.
Esas mesele, Batı karşıtlığının kaynaklarını doğru kavramaktan ve eğer bu karşıtlığın ortadan kalkması isteniyorsa söz konusu kaynakların kurutulmasından geçer.
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.