Endişeli modernlerin eleştiri tekeli
Aydınlanma filozoflarının yıkıcılığına odaklanmışlar ve onların eleştirelliğini eleştirmişlerdir. Zihinlerinde bir ayrım yapmışlar ve eleştirinin iki biçimi olduğunu öne sürmüşlerdi: Negatif eleştiri ve pozitif eleştiri.
Bu ayrım, modern siyasal kültür içinde popülerleşmiş, "yapıcı eleştiri"den yana tavır alınmıştır. Düzenin olduğu yerde bunda şaşılacak bir şey de yoktur. Fakat "yapıcı eleştiri"nin kutsanması, "yaratıcı düşünce" için bir tehdit oluşturabilir. Bu nedenle ben "yapıcı eleştiri" sözüne oldum olası mesafeli durdum. Eleştiri pekala "yıkıcı" da olabilir.
Eleştiriyi savunmalıyız. En çok da eleştirellik pozu kesenlere karşı yapmalıyız bunu. Eleştiri hakkının gaspına karşı çıkmalıyız. Bunun için de önce gasıpların kimler olduğunu doğru teşhis etmeliyiz. Olağan şüphelilere dönüp bakmak yetmez ama. Bu hususta "AKP" ve "Tayyip" mitlerine sarılmak bizi bir yere götürmez. Slogan atmış oluruz, o kadar. Gelin, gerçek gasıplara bakalım. Eleştiri hakkını gasp edenler öncelikle entelektüel hegemonyayı elinde bulunduranlardır. Türkiye örneğinde bunu "Cumhuriyetçi pozitivistler" ve "endişeli modernler" temsil ediyor.
Toplumsal ve siyasal alanda yaşanan dönüşümün entelektüel alandaki karşılıkları oldukça cılız. Cumhuriyetçi pozitivistlerin ve sol liberallerin entelektüel tahtları sarsılsa da, hâlâ yıkılmadı. İktidar makamından, düşünceye vesayet koymaya, eleştiri tekeli oluşturmaya devam ediyorlar. Bırakın eleştiri tekelini, hakikatin tekelini de ellerinde bulunduruyorlar. Neyin eleştiri, neyin yağcılık olduğunu onlar biliyorlar. Ayrımcılığın ne olup, ne olmadığı onlardan sorulur. Şiddetin hangi şartlarda terör, hangi şartlarda direniş unsuru olduğu onların inhisarında. Nefret suçu ile ifade özgürlüğü arasındaki farkı onlardan iyi bilen yok. Neyin özcülük, neyin sahicilik olduğuna ise sadece onlar vakıf olabilir.
Tam anlamıyla bir sembolik şiddet mekanizması işletiyorlar. Bunun nedeni, kendi konumlarını tarih ve toplum üstü görmeleri.
Bir dönemin elitleri olduklarını ve kendilerini yeni döneme uyarlayamadıkları için demode olduklarını göremiyorlar. Seçilmiş olduklarına, kentli olduklarına, modern olduklarına, dünya gördüklerine inanıyorlar. Bu ruh hali, "eleştiri"yle kurdukları ilişkinin de kaynağında yer alıyor. Bu nedenle yaptıkları eleştirinin "yapıcılığı" da, "yıkıcılığı" da, "kronikliği" de "akutluğu" da önemsiz hale geliyor. "Nefsani eleştiri" yapıyorlar. Sanal bir "vicdan endüstrisi" inşa edip, düşman gördüklerini itham ediyorlar. Buna da eleştiri diyorlar. Oysa yaptıkları, eleştiriyi kirletmekten ibaret.
Cumhuriyetçi pozitivistler ve endişeli modernler kendi entelektüel çevrelerinin yazıp çizdiklerine ve saldırmayı adet edindikleri siyasetçilerin beyanlarına odaklanmayı yeterli görüyorlar. Kendi gündemlerini ülke ve hatta dünya gündemi gibi sunmakta üstlerine yok. Çok bilmişlikten ölecekler.
Evet, eleştiriyi savunmalıyız. Eleştiri hakkını savunmalıyız. Gerektiğinde yıkıcı eleştiriyi de savunabilmeliyiz. Nefsani eleştiriyi, birilerinin kendi konum kayıplarına bağlı, mikro iktidarlara hizmet etmek için üretilmiş safsataları değil.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Başkan Erdoğan’ın Afrika ziyareti (25.07.2018)
- Bu zulüm düzeni yıkılacak elbet (23.07.2018)
- İsrail’in tehlikeli oyunu (21.07.2018)
- Kendi sesimize kulak verelim, dış seslere değil (19.07.2018)
- Hesaplaşmamız sürmeli (18.07.2018)
- Kazanan 15 Temmuz ruhudur (16.07.2018)
- Irkçıları daha ne kadar koruyacaksınız? (14.07.2018)
- NATO’da ABD-Avrupa çekişmesi (12.07.2018)
- Başkan Erdoğan, El Muzaffer Daimen (11.07.2018)
- Kültürel alan da demokratikleşmeli (09.07.2018)