Odaklama, netliğin olmazsa olmaz koşuludur. Netlik de görüntünün en kayda değer parçasıdır. Görüntü ise gerçeklikle ilişkimizi kuran önemli bir araçtır.
Ne var ki, netlik görüntünün, görüntü de gerçekliğin kendisi değil, bir cüzüdür.
Görüntüyü netliğe, gerçekliği de görüntüye indirgemek hakikate zulmetmektir.
***
Karşınızda bir fotoğraf, elinizde de bir büyüteç olduğunu varsayın. Elinizdeki büyüteç o fotoğrafı detaylı biçimde incelemek için size bir imkân sunar. O büyüteç sayesinde fotoğrafın ayrıntılarını öne çıkarabilir, ona derinlemesine nüfuz edebilirsiniz. Fakat büyüteci fotoğrafın bir noktasında sabit tutar ve karşınızdaki fotoğrafı sadece o noktadan hareketle değerlendirirseniz işte o zaman elinizdeki o alet bir kem alete dönüşür. Kemalatın düşmanı olan kem alete.
***
Modern Türkiye ideolojileri ellerinde her daim böylesi kem aletler taşıdılar. Netlik arayışı içinde oldular. O nedenle bir noktaya odaklandılar. Ne var ki, odaklandıkları o noktaya kilitlendiler, oradan geri çıkamadılar.
Ve karşılarındaki görüntünün renklerinde kayboldular.
Burada bir ayrım yapmıyorum. Modern Türkiye'nin bütün ideolojilerinden bahsediyorum.
Türkiye bir süredir kendi ideolojileriyle hesaplaşıyor. Bu hesaplaşma çabası çok zahmetli bir süreç. Çünkü bu hesaplaşmanın başını çeken aktörler de bu ideolojik süreçlere muhatap olmuş aktörler. Zihniyet olarak bir paradigma değişimi yaşasalar da, kültürel olarak mutlak bir kopuş yaşandığını söyleyemeyiz.
Doğrusu sosyoloji okumalarımız da bize böylesi bir beklentinin pek de mümkün olmadığını söylüyor.
***
Türkiye, ekonomiden siyasete, kültürden yönetişime hemen her alanda bir paradigma değişimi yaşadı. Çevresi, toplumu ve geçmişiyle yeni bir ilişki düzeyi, yeni bir yol tutturdu.
Bu yolda yer yer duraklamalar, hatta yer yer kazalar yaşansa da bu yeni bir yol. Ve bir güzergâhın parçası.
Yaşanan bu paradigma değişimine bir elit dönüşüm süreci de eşlik ediyor. En büyük kavga da bu alanda karşımıza çıkıyor.
Söz konusu elit dönüşümüne statükocu entelektüeller şiddetli biçimde itiraz ediyorlar. Bu yönüyle zihniyet temelli bir kavga vermiyor, pozisyonel bir tutum takınıyorlar.
***
Türkiye, bölgesel bir güce dönüşmüş durumda. Ve dahası küresel bir aktör olma arayışında. Statükocu entelektüeller bugünün Türkiye sosyo-politik gerçekliğini kendi pozisyon kayıpları üzerinden okuyorlar. Ve bu kayıpların kaynağı olarak da
Erdoğan'ı görüyorlar. O nedenle ona öfke duyuyorlar.
Bu öfke de onları körleştiriyor.
Statükocu entelektüeller ve siyasal muhalefet Erdoğan karşıtlığını bir dönem can simidi olarak gördü. Fakat bir süre sonra bu can simidi onların yuvasına dönüştü. Orada yaşamaya, orada nefes alıp vermeye başladılar.
***
Bugün Bakanlar Kurulu, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın başkanlığında toplanacak.
Erdoğan, halkın oyuyla Cumhurbaşkanı seçildi ve seçim sürecinde nasıl bir Cumhurbaşkanı olacağını, kanunların çizdiği sınırlar çerçevesinde yetkilerini "
sonuna kadar" kullanacağını net biçimde dile getirdi.
Ve bu çerçevede toplumdan destek istedi.
O desteği de aldı. Sözün özü, bugün yapılacak olan toplantıda şaşılacak bir şey yok.
Beklenen gerçekleşiyor. Fakat Erdoğan karşıtlığına kilitlenenler, Türkiye'nin yaşadığı dönüşümü ve güzergâhını görmezden gelenler için bu toplantı bir siyasi fırsat olarak algılanıyor.
Meseleyi, yetki tartışmasına indirgeme çabası içindeler. Oysa göremedikleri şu.
Davutoğlu da Erdoğan da yeni Türkiye'nin yeni bir sisteme ihtiyacı olduğunun bilincinde.
Erdoğan ve Davutoğlu arasında çıkabilecek çatışmalara odaklanmayı siyaset yapmak sananlar da, Erdoğan karşıtlığı üzerinden varoluş mücadelesi verenler de artık ellerinden o büyüteçleri bırakmalı.
Siyasete katılmalı...