Salgın hastalıkların en amansızlarından birisi, çiçek hastalığıydı. Günümüzde adını unuttuğumuz ve 1980'den beri aşısı bile üretilmeyen bu hastalık, tarih boyunca milyonlarca can aldı. Çiçek aşısı çok eski zamanlardan itibaren biliniyordu. Ancak yaygın bir aşılama yoktu. Avrupalılar, çiçek aşısını Türkiye'de görüp ülkelerine götürdüler. 1790'larda modern çiçek aşısı,
Jenner tarafından geliştirildi. Artık yapılması gereken, herkesin aşı olmasını sağlamaktı. 19. yüzyılda dünyanın değişik ülkelerinde geniş kitlelerin aşı olmasını sağlamak amacıyla aşı kanunları çıkarıldı.
Jenner'in geliştirdiği aşı, İstanbul'da ilk defa 1800'de yapıldı. Ondan sonra salgın hastalıklarla mücadele konusunda büyük bir faaliyet başladı. Aşı tarihimizle ilgili
Ekrem Kadri Unat, Burcu Mercan, Süheyl Ünver, Nuran Yıldırım, Mehmet Yavuz Erler, Emre Karacaoğlu, Nil Sarı ve
Ayhan Yüksel'in araştırmaları vardır.
Telkihhane-i Şahane.
YERLİ AŞI DENEMELERİ
19. yüzyıl imparatorluğun siyasi, askeri ve iktisadi anlamda zorluk çektiği bir asırdı. Çiçek hastalığı başta olmak üzere salgın hastalıklarla mücadelede pek çok sıkıntıyla karşılaşıldı. Buna mukabil mücadeleden vazgeçilmedi. Çiçek hastalığıyla mücadele için Avrupa'dan ithal edilen aşı tüpleri günümüzde olduğu gibi her zaman istenilen seviyede ve zamanda teslim alınamıyor, ayrıca devlete pahalıya mal oluyordu. İlk defa 1811'de
Şanizâde Ataullah Efendi tarafından Ayazağa'da hastalıklı ineklerde yerli aşı denemesi yapıldı. Ancak istenilen netice alınamadı.
1839'da çiçek aşısı uygulaması için Tıbbiye Mektebi görevlendirildi. 1840'ta aşının parasız olmasıyla ilgili padişah iradesi yayınlandı. 1840'larda Edirne'de yaşanan salgın sırasında aşının dinî açıdan bir sıkıntı arz etmediğine dair verilen fetva, toplumda aşıya karşı çıkan kimselerin olduğunu gösterir.
1845'te İstanbul'da tekrar çiçek salgını ortaya çıkınca yeniden yerli aşı denemesi yapıldı. Çünkü Avrupa'dan ithal edilen aşı salgında etkili olmamıştı. 1847'de
İsmail Paşa, İstanbul civarında yerli aşı üretme teşebbüsünde bulundu. Ancak yan tesirlerinden dolayı vazgeçilip ithal aşıya devam edildi. Aşının yan tesirlerinin azaltılması ve etkisinin artırılmasıyla ilgili Avrupa'da yapılan çalışmalar, devletçe yakından takip edildi.
Dr. Hüseyin Remzi Bey.
AŞI KAMPANYALARI
Çiçek hastalığı geçirdiği için yüzünde hastalığın izleri bulunan
Sultan Abdülmecid (1839-1861), çiçek aşısı konusunda oldukça hassastı. Nitekim 1845'te patlak veren salgında İstanbul'un muhtelif yerlerinde kurulan aşı merkezlerinde 2 binden fazla çocuğu aşılattı. Boğaziçi'nde oturanların aşılanması için ise kayıklı bir hekim tayin edildi. 1846'da Rumeli seyahatine çıkan sultan, Edirne'de çiçek aşısı konusunda halka bilgi verdirdi ve huzurunda bütün çocukları aşılattı.
1867'de aşı kampanyası başlatıldı. Muhtarlar, din görevlileri başta olmak üzere herkesin aşıcılara yardım etmesi istendi. Devletin görevlendirdiği kişiler mahalle mahalle gezip, aşılanmayan çocuklar tespit etiler. Tıbbiye Mektebi, Fatih, Üsküdar, Eyüp ve Salıpazarı'nda aşılama merkezleri kuruldu ve çocuklar buralara getirilerek aşılandı. Aşılanan çocuklara aşı olduklarını gösteren aşı şehadetnameleri verildi. İlk, orta ve liseye gidecek çocuklar ile herhangi bir mesleğe başlayacak gençlerin aşı olduklarına dair belge ibraz etmeleri şartı getirildi.
YERLİ AŞI ÜRETİLİYOR
1871'de İstanbul'da yeni bir çiçek salgını patlak verdi. 1872'de aşıların kalite ve kontrolü için aşı enspektörlüğü kuruldu. Bu tarihten sonra da hastalığa karşı mücadele hız kaybetmeden devam etti. 1880'de
Dr. Violi tarafından Beyoğlu'nda özel bir aşı merkezi; 1892'de de yerli aşı üretmek üzere
Dr. Hüseyin Remzi Bey tarafından Telkihhane-i Şahâne, yani aşıhane kuruldu. İmparatorluk topraklarının genişliğinden dolayı aşıların bozulmadan nakli sırasında aksaklıklar yaşanmaktaydı. Bu yüzden Mekke, Şam, Bağdat, Basra gibi bazı yerlere de aşı üretim merkezleri kuruldu. Buna mukabil, birçok teşebbüs de akim kaldı. 1892'de kurulan aşı üretim merkezinde 1899'a kadar 460 bin adet aşı üretildi.
Daha sonraki yıllarda getirilen aşı olma zorunluluğu, aşı üretim merkezlerinin yükünü artırdı. Bunun yanında aşıları yapacak yetişmiş insan da yeterli değildi. Artan ihtiyacı karşılamak üzere mütemadiyen yeni aşı üretim merkezleri açıldı. Aşı yapacak insanların yetiştirilmesi için kurslar düzenlendi. Aşıların israf edilmemesi ve kimlerin aşı olup olmadığını kontrol için zaman zaman isim listesi de istendi.
Devlet, hastalığın kontrol altına alınması için etkili bir aşı programına ihtiyaç olduğunun farkındaydı. 1885'te ilk aşı nizamnamesi çıkarıldı. Daha sonra 1894, 1904 ve 1915'te nizamnameler yayınlandı. Nizamnamelerde mekteplerde hastalık atlatmayan çocuklara, hapishanelerdeki mahkûmlara, devlet dairelerinde işe başlayacaklara, yeni doğan çocuklara (1890'larda), fabrika işçilerine (1904'te) aşı zorunluluğu getirildi. Hastalığın yayılmasını önlemek için belirtiler ortaya çıktığında sıhhiye müdüriyetlerine ve hekimlere bilgi verilmesi zorunlu hâle getirildi. 1915'e gelindiğinde ise imparatorluk topraklarında yaşayan herkesin 19 yaşına kadar 3 kez aşılanması zorunlu oldu.
Çiçek hastalığı çok öldürücü bir hastalıktı.
Tevfik Sağlam'ın verilerine göre Mart 1915'ten Eylül 1918'e kadar 3. Ordu'da 346 vaka görülmüş, bunlardan 104'ü vefat etmişti. 1917'den 1920'ye kadar İstanbul'da 313 çiçek hastası tespit edilmiş, 183 kişi hayatını kaybetmişti. Ancak aşılamanın yaygınlaşmasıyla birlikte hastalığın hızı kesilip salgınlar kontrol altına alınmaya başlandı. Örneğin Kızılay, Milli Mücadele döneminde 1920-1922 yılları arasında İstanbul'daki Telkihhane ve İtalya'dan temin ettiği 3 milyon 619 bin kişilik aşıyı Anadolu'ya göndermişti. Başka bir yazıda kaleme alacağımız Cumhuriyet döneminde salgınla mücadelemiz sonucunda ise fedakâr doktorlarımızın büyük gayretleriyle ülkemizde bulaşıcı hastalıklar bitirilmiştir.
II. Mahmud Tıbbiye'de
ÇİÇEK HASTALIĞI ARAŞTIRMALARI
19. yüzyılda bir taraftan çiçek aşısı kampanyaları devam ederken, bir taraftan da çiçek aşısı hakkında eserler çevrilmekte, kaleme alınmakta, hastalığın tedavisi hakkında önerilerde bulunulmaktaydı.
Osmanlı'da modern tıbbın kurucularından
Şanizâde Ataullah Efendi, Avrupa'da yazılmış tıpa ilgili birçok eseri Türkçe'ye tercüme etmişti. Bu eserler içerisinde
Anton von Stoerk'in 1776'da yayımladığı
"Avusturya Devleti Askeri ve Köy Hekimleri İçin Pratik Tıbbî Öğretim" kitabı da bulunmaktaydı.
"Mi'yârü'l-Etibbâ" adıyla çevrilen bu eserin içerisinde çiçek aşısı hakkında da bilgi vardı.
Jenner'in 1798'de yayınlanmış kitabı ise
Hekimbaşı Mustafa Behçet tarafından 1801'de
"Çiçek Risalesi" olarak çevrildi.
19. yüzyılda yaşamış Osmanlı hekimlerinden
Besim Ömer'in çiçek hastalığı ve suçiçeği hastalığına dair çalışması
Nuri Yavuz ve
Abdullah Kara tarafından incelenmiştir. 1892-1893'te Servet-i Fünun Dergisi'nde yayınlanan çalışma, daha sonra kitaplaştırılmıştır. Eserde çiçek hastalığının tanımı, ilk müdahalenin mahiyeti, alınacak tedbirler hakkında bilgi verilmiştir. Hastalığın çeşitleri, vücutta bıraktığı izler, nasıl bulaştığı dönemin bilgi birikimine göre açıklanmıştır. Hastalığa yakalanan birinin tedavisi sırasında odada refakatçiden başka kimsenin olmamasına, odanın sık sık havalandırılmasına, kıyafetlerin sık sık değiştirilmesine, bol sıvı tüketilmesine dikkat edilmesi gerektiği vurgusunu yapmıştır.