GEÇTİĞİMİZ gün çok değer verdiğim bir dostumla oturduk.
Ülkeyi, bölgeyi, dünyayı konuştuk.
Daha çok sanki beni dinledi. Dilim döndüğünce OLABİLECEKLERİ anlattım. İkinci Dünya Savaşı'ndan girdik Japonya'nın Almanya'nın daha sonra KORE'nin ve ardından ÇİN'in nasıl yükselişe geçtiğini tartıştık. Ve arka planda oyun kuran ve kurgusunu hayata geçiren bir ABD vardı.
Böyleydi. Durum buydu. İngiltere'den imparatorluğu alıyor, başka bir algoritma üzerinden daha önce hiç yapılmamış bir şekilde götürüyordu. Başarıyordu. Rezerv para onlarındı. Yüzlerce yerde üsleri, askerleri, gemileri vardı. Sistemin devamını gücüyle sağlıyordu. Yılda 1 trilyon dolarlık askeri harcama yapıyordu. Düşünün. İşte bu güç kendi DENGESİ, kendi egemenliği, kendi çıkarı için sınırlarımızın aşağısında ayak izi bırakarak yürüyor ve Ankara'yı masaya çekmeye çalışıyordu. Oradan gelen talep netleştikçe SİYASET karışıyor tansiyon fırlıyordu. Olan buydu...
Aslında AK PARTİ'deki iç hareketlilik, özeleştiri, CHP ile yakınlaşma isteği dün de daha önce de yazdığım gibi ABD ile çalışma isteğinin küçük de olsa belirtisiydi. MHP'nin isyanı, açık net çıkışları, Özel'i hedef almaları "AK PARTİ İLE CHP KOALİSYON KURSUNLAR" demelerinin altında yatan asıl gerçek ABD ile olan mesafenin azaltılmasına itirazdı.
Türkiye özellikle 15 Temmuz'dan sonra ABD ile arayı iyice açtı.
Washington'dan kaynaklananlar da Washington'a havale edilenler de vardı. Bazen bu karıştırılıyordu!
KALKIŞMA olunca Türkiye'ye ilk gelen İngiliz Dışişleri Bakanı Alan Duncan oldu. "Yanınızdayız" dedi. Anlamlı ve önemliydi.
KALKIŞMA'nın arkasında ABD varsa İngiltere otomatik olarak onların karşısında pozisyon alıyordu. Doğru mu? NET!
Duncan o günü şöyle anlatıyordu:
"Medyadan, televizyondan öğrendim ve olaylar karşında şok oldum. Darbe girişiminden bir gün önce İngiltere Dışişleri Bakanı olmuştum. İlk günümde, bakan olarak bunun dehşet verici olduğunu söyledim. İngiltere, bu darbe girişimini tamamen kınıyor.
Ofisime, 'Beni hemen Ankara'ya giden bir uçağa bindirin, bu olaylarla ilgili İngiltere'den net bir görüş bildirmeliyiz' dedim." Görüleceği gibi ABD'nin kışkırttığı söylenen KALKIŞMADA Londra, Washington'a karşıydı. Bu da doğal olarak ANKARA'nın yönünü Buckingham'a çevirmesine yol açıyordu. Fakat 15 Temmuz'dan sonra ne hikmetse "FETÖ TERÖR ÖRGÜTÜDÜR" diyemiyorlardı...
İngiltere'nin Ankara Büyükelçisi olan daha sonra MI6'in başına geçen Richard Moore, "15 Temmuz darbe girişiminin arkasında Gülen hareketinin olduğunu biliyoruz.
Ancak onlara terör örgütü diyemeyiz" şeklinde konuşuyordu. Garip değil mi? Bence fazlasıyla üzerinde düşünülmesi gereken bir noktaydı bu...
İşte bu virajdan sonra ANKARA kendine Londra ile Pekin arasında bir çizgide yer bulmaya çalıştı.
Kolay değildi. Dönüşmek, rota değiştirmek yazıldığı kadar kolay gerçekleşmiyordu. Adımlar bu yönde atılınca ABD ile arada soğuk rüzgarlar esti. Fırtınaya ramak kaldı. Yaptırımlar, banka takipleri, hedef alınan şirketler, F-16'lar, F-35'ler, Suriye, PKK/YPG gibi pek çok yakıcı konuda konuşulması gereken, muhatap alınması gereken Washington'du.
Aramız bozuktu. Konuşmak yerine mesajlarla idare ediliyordu. Bu arada Biden yani GLOBALİST anlayış, ABD'de BAŞKANLIK koltuğunu kaplıyordu. Demokratlar, PARA üzerinden konuşurdu. Türkiye ile bir araya gelmek istemediler.
Zaten ülkeyi DOLAR'la kontrol edeceklerini düşünüyorlardı. Trump olsa Cumhuriyetçi bir BAŞKAN olsa SİLAH üzerinden ORDU ile konuşup bir yol bulunacaktı. Biden döneminde kopukluk üst seviyeye çıkıyordu. İlişki geriliyor, sınırlarımızın aşağısında ANKARA'nın ısrarla rahatsız olduğunu söylediği konularda yürümeye, adım atmaya devam ediyorlardı. İşte onların bu TUTUMU yazılı olmayan kuralları canlandırıyordu. Sadece AK PARTİ içinde değil, tüm partilerde bunu gören ve "NELER OLUYOR?" diye soran isimler vardı. Bürokraside de...
Sınırlarımızın aşağısındaki yürüme biçimleri net olarak Türkiye ile ABD'yi karşı karşıya getiriyordu.
Zemin de oluşmadığı için konuşulamıyordu.
Günün sonunda aşağıda komşumuz ABD/RUSYA ittifakıydı.
Bunu aşmak da kolay değildi. Peki ne olacaktı?
İşte burada Devlet Bey'in şikayet ettiği ODAK sahne alıyordu.
MHP'nin CUMHUR İTTİFAKI'na ruhunu vermesi, bölgesel sorunlarda katı davranması, küresel rüzgarın tersine yelken açılması içerisini hem ekonomik hem siyasi olarak etkiliyordu. Bunu dillendiren çoktu.
AK PARTİ'deki OY kaybını buna bağlayanlar da aynı kulvardakilerdi.
CHP zaten MHP'nin karşısındaydı ve gidişatın faturasını MHP'ye kesmeye kalkıyordu. Devlet Bey de bunu bildiği, gördüğü için DEM üzerinden ÖZEL'i sarsıyordu. Daha açığı Devlet Bey asla ve kat'a ABD'ye dönmenin onlarla işbirliği yapmanın getirisi olduğuna inanmıyordu. ANKARA'da Devlet Bey gibi düşünmeyenler de vardı. Bu gerilim, partiler arası görüşmeleri, görüşmeler de yeni yol ihtimallerini ortaya çıkarıyordu!
YUMUŞAMA siyaseti YENİ CHP ile birlikte ABD'ye yanaşma şıkkıydı. Net olan uydu.
Bir not aktarayım...
"Sanayi Bakanı, babamın arkadaşı olur ismi lazım değil, beni Ankara'ya başbakanlığa çağırdı. Bana, 'Cebimde bir mektup var, seni ABD Büyükelçisi şikâyet ediyor bu nedenle sana küçük bir ceza vereceğiz' dedi. Çok utandım tabii. Türkiye Cumhuriyeti, Türkiye Cumhuriyeti'nin başbakanlığı, sen de bakansın ne demek ABD Büyükelçisi seni şikâyet ediyor dedim. Böyle bir şey olabilir mi memlekette kanunlar var dedim ama kimse dinlemedi.
Sonra 35 trilyonluk ceza yedik.
Artık bizi ne kadar büyük görüyorlarsa 35 trilyonluk ceza verdiler. Devletin karışacağı işe niye giriyorsun denebilir ama devletin kola işine karışacağı kimin aklına gelir? Böyle kurmuşsun, şöyle imalat yapıyorsun diye devletin karışacağı. Bende de biraz delilik var herhalde, gittim devleti mahkemeye verdim. Devlet, Türkiye Cumhuriyeti.
Mahkeme 7 yılın sonunda yanlış diyerek cezayı iptal etti. Cezayı ödemedik." Murat ÜLKER. COLA TURKA'nın nasıl başlayıp nasıl bittiğini anlatıyordu...
Devam... Bununla ilgili gibi duran bir gelişme...
Çin Ticaret Bakanlığı, Türkiye'nin Çin menşeli araçlara getirdiği ek vergiye ilişkin açıklamada bulundu.
"Türkiye'nin elektrikli otomobil tarifesine dair aldığı karara şiddetle karşıyız. Firmalarımızın haklarını savunmak için gerekeni yapacağız" ifadeleri kullanıldı. Elektrikli otomobillere getirilen yüzde 40 ek vergi, Çin'den ithal edilen tüm yakıt türlerindeki otomobiller için geçerli oldu. Aynı anda Avrupa Komisyonu, Temmuz ayı başından itibaren Çinli otomobil üreticilerine mevcut yüzde 10 seviyesinden yüzde 38'e varan oranlarda ek vergi getirecek geçici tarifeler uygulayacağını açıklıyordu.
Bu ABD'nin İngiltere-Çin ekseniyle verdiği mücadelenin sonucuydu.
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Çin'e gidiyor ancak araçlarına VERGİ geliyordu. Çin de rahatsız oluyordu. Bu küçük ancak anlamlı örnek TÜRKİYE'yi BATI ile aynı konumda buluşturuyordu. Bir GÜÇ bunu istiyordu. Devlet Bey gibi düşünenler olmakla berber karşıtlar da boş durmuyordu.
Türkiye çift frekanslı bir görüntü çiziyordu. Bu sürdürülebilir değildi.
Bir EKSEN olmalıydı. Ve sonrası ona göre şekillenmeliydi... Bu yapılmadığı için krizler bitmiyor, dinmiyor, nefes alamıyorduk. CHP ile temas ABD'ye dönüşün ilk sinyali gibi duruyordu.
F-16'ların üzerindeki sis perdesinin kalkması da az şey değildi. Yine de NET bir tablo yoktu. Önümüzdeki günlerde ANKARA bunun cevabını verecekti. SÜRDÜRÜLEN YA DA KURULAN İTTİFAKLAR üzerinden bunu anlayacaktık... EN geç ABD'deki seçimlere kadar.
Öncesinde sürprizler olur mu?
İhtimal yüksek...