Saflar belli
SELAHATTİN Demirtaş'ın hamlesiyle İstanbul için adaylığı gündeme gelen eşi Başak Demirtaş, geri adım attı. Attırıldı. Resmi açıklamaya bakıldığında PARTİ BÜTÜNLÜĞÜ ve TAM DESTEK gibi sıradan ifadeler kullanılıyordu.
Satırları deşifre ettiğiniz zaman da Selahattin Demirtaş açıklamasıyla "Partiye karşı değilim.
Bölmeyeceğim. Size rakip değilim..." anlamı çıkarmak zor değildi.
Peki aslında ne oluyordu?
Satrancın altında yatan asıl gerçek neydi? Bu İstanbul'a, İmamoğlu'na, CHP'ye, DEM'e nasıl yansıyacaktı? Büyük hesap neydi? Kim neyin peşindeydi?
Gelin birlikte bakalım. İsimleri ve rolleri saptayıp gidelim...
Sanırım 2019'du. Bakan Süleyman Soylu bence çok önemli açıklamalar yapıyordu. Üzerinde pek fazla insanın düşünmediği ve durmadığı sıra dışı saptamalarla medyanın karşısında yer alıyordu... "Kandil ile Ferhat Abdi Şahin arasında çekişme var. Kandil'in Selahattin Demirtaş'a yönelik bir koruması var. Kandil'in Apo noktasında bir iç çatışması var. Suriye'de yapılan tüm operasyonlarda Ferhat Abdi Şahin, ABD ile görüştüğü için ona karşı duruşları var. ABD Şahin'i legalleştirmeye çalışıyor, Kandil ve HDP ise hiç sahiplenmiyor, enteresan bir durum... Uluslararası legalleştirilmeye çalışılan bir adamın üzerine atlamaları lazım ama sahiplenmiyorlar. Benim okumam bu. Afrin'de, Zeytin Dalı harekâtında Ferhat Abdi Şahin'i zor durumda bırakmak için Kandil unsurlarını hemen çekti, oradaki başarısızlığı Abdi'nin üzerine yıkıp YPG'yi yönetemediği, hem örgüt içinde hem de onların kamuoyunda böyle bir değerlendirmeyi ortaya koymaya çalıştılar. Bu iç çekişme ve çatışmanın ortasında Selahattin Demirtaş, Apo ve onun türevleri söz konusu. İlk kez bir terör örgütünün (PYD/YPG), bir devletin kontrolüne girdiğini görüyoruz.
ABD tarafından kontrol ediliyor.
Kandil'in yatırım yaptığı kişi Selahattin Demirtaş. Demirtaş'ı hazırlıyorlar..." Türkiye'nin PKK ile yıllarını kaybettiği koca bir dönemde akılda kalan, öne çıkan, durumu anlatan kritik satırlardı bunlar. Çünkü ANKARA konuyu anlamadığı için çok uzun zaman çözüm üretemedi. Çok erken sorunu ezip bitirmek varken bilmeden büyütüldü bugüne gelindi... Zaten günlerdir yazdıklarım da bu...
Tabi Soylu'nun eksik bıraktığı önemli boşluklar vardı. Konu tamamen açıklığa kavuşmalıydı. Sorunun ne olduğu, kimler olduğu hafızalara kazınmalıydı.
ABD eski Başkanı Trump'tan gidelim... Taşları sağlam bir şekilde yerine koyalım... "Şahin Cilo" olarak bilinen ancak "General Mazlum", "Mustafa Abdi bin Halil", "Ferhat Abdi Şahin", "Mazlum Kobani" ve "Mazlum Abdi" isimlerini de kullanan PKK'nın Suriye'deki uzantısının önemli figürü BEYAZ SARAY'a kadar erişim hakkına sahipti. Trump BAŞKANKEN bölgeden askerleri çekeceğini ilan ediyor sonra da Başkan Erdoğan'a mektup yolluyordu. Mektubun öznesi MAZLUM KOBANİ'ydi.
Ekonomik tehditten de söz eden Trump mektubunda "Sorunlarınızın bazılarını çözmek için çok uğraştım.
Dünyayı yüzüstü bırakmayın. Harika bir anlaşma yapabilirsiniz. General Mazlum sizinle müzakere etmek istiyor ve daha önce vermedikleri bazı ödünleri vermeye niyeti olduğunu söylüyor. Size güvenerek, (Mazlum Kobani'nin) bana yazdığı, elime yeni ulaşan mektubu da ekliyorum..." Yani Amerika Birleşik Devletleri Başkanı YPG üzerinden, Suriye'nin kuzeyinden Türkiye'ye uzanıyor ve muhatap aldıkları ismin MAZLUM KOBANİ olduğunu duyuruyordu.
Ankara'nın da onunla görüşmesi gerektiğini belirtiyordu. Yani bir başka isim anılmıyordu! Dün de yazdığım gibi ABD 2018'de, Murat Karayılan, Cemil Bayık ve Duran Kalkan isimli teröristler için başlarına ÖDÜL koyuyordu...
Soylu'nun da altını çizdiği gibi KANDİL ile araya mesafe koyuyordu.
Ancak PKK terörü durmuyordu.
SOYLU'nun yorumları hatırlanmadığı için tüm analizler eksik kalıyordu.
PKK AVRUPALI İSTİHBARAT ÖRGÜTLERİ tarafından kullanılıyor ve MEHMETÇİK hedef alınıyordu.
Böylece ANKARA ile karşı karşıya kalan Washington'a "YA PKK'yı seç ya TÜRKİYE'yi" diyorlardı. Elbette bu tansiyon sürerse tercih TÜRKİYE olacaktı. Sonra PKK tamamıyla onların elinde kalacaktı. Başka senaryo ile başka rol vereceklerdi. Kabaca KÜRESEL DENKLEM böyleydi.
İçeride tansiyon uzun zamandır düşmediği için olaylar birbirini izliyordu. Selahattin Demirtaş da KOBANİ olayları nedeniyle tutuklanıyordu. Ve sonraki süreci AVRUPA'dan okumak gayet kolaydı.
Mesela Kılıçdaroğlu, AB ile yakınlaşma işareti veren hükümete sesleniyordu.
Erdoğan'a yükleniyordu:
"Avrupa Birliği'nin yolu Can Atalay'dan, Osman Kavala'dan, Selahattin Demirtaş'tan geçiyor. Bunları serbest bırakacak mısın?" CHP lideri böylece konuyu çerçeveye oturtuyordu! Yine AVRUPA'dan ilerleyelim... Yakın dönemde haber de oldu... Avrupa Parlamentosu'nun Türkiye Raportörü Sanchez Amor...
Türkiye ve AB yakınlaşması hakkında gelen soruya AMOR "Katılım sürecine yeniden dönmek istiyorlarsa ne yapılması gerektiğini çok iyi biliyorlar.
Kavala'yı, Demirtaş'ı ve HDP'li belediye başkanlarını serbest bırakın, HDP belediye başkanlarını görevlerine iade edin... Medya özgürlüğüne karışmayın, medyaya ve sosyal medyaya ceza kesmeyi durdurun..." şeklinde cevap veriyordu.
AVRUPA'da arama yaptığınızda Demirtaş için onlarca yüzlerce destek açıklaması buluyordunuz. Avrupa Konseyi'nden Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne kadar her yerden açıklama vardı. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi "Derhal serbest kalmalı" diyordu. AB Dışişleri Temsilcisi Federica Mogherini Selahattin Demirtaş'ın durumunu özetleyip Türk hükümetine "Artık demokrasiyi güçlendirmenin zamanı geldi" çağrısı yapıyordu. Böyle çok fazla DESTEK açıklaması vardı. Aynı şekilde Demirtaş'ın da AVRUPA'yı öne aldığı merkeze oturttuğu çıkışı hiç az değildi.
ÇÖZÜM SÜRECİ'nin bir ileri bir geri gittiği dönemde sürpriz bir şekilde BRÜKSEL'e uçuyor ve şimdilerde çok hatırlanmayan önemli bir çıkışa imza atıyordu. Kürt sorununun barışçı çözümü için AB'yi daha aktif olmaya çağıran Demirtaş "Avrupa Birliği, PKK ile Türkiye arasındaki müzakereleri çok açık ve belirgin bir şekilde desteklemelidir" diyordu. NATO'yu da Kuzey Irak'taki PKK hedeflerine yönelik Türkiye'nin operasyonlarına karşı 'belirgin bir konum almaya' davet ediyordu.
Yani HDP-Demirtaş kesin ve net olarak AVRUPA BİRLİĞİ desteğini arkasına alıyordu. Bölgeye, siyasete o mercekle bakmayı tercih ediyorlardı.
Mazlum Abdi ise ABD'nin koruması altındaydı. Bu da KANDİL ile MAZLUM KOBANİ arasında KARA KEDİ'ye yer açmaya yetiyordu. Diğer taraftan KANDİL'deki TERÖR ELEBAŞLARI BİRDEN FAZLA ÜLKENİN DİSTRİBÜTÖRÜ gibiydi.
Onlar da kendi içinde EGEMENLİK SAVAŞI veriyordu. Yani PKK masaya gelince AB ve İNGİLTERE ayrı düşüyordu. Kendi içinde ANLAŞMA zemini bulamayan AVRUPALILAR ABD'ye karşı mevzi kazmakta sıkıntı yaşamıyorlardı.
Bence hatırlatmakta fayda var!
Türkiye ile Rusya arasında varılan ve YPG'nin Türkiye-Suriye sınırından 30 km. güneye çekilmesini hüküm altına alan Soçi mutabakatının ardından Rusya Savunma Bakanı Sergey Şoygu da GENERAL MAZLUM'la telekonferans yöntemiyle görüşüyordu.
Yani ABD ile RUSYA'nın bölgede ayrı gayrı düştüğü de yoktu! Sorun AVRUPA ile olan mücadeleydi.
Kendi aralarındaki KÜRT KARTI mücadelesi değişik şekillerde bize yansıyordu. Acıyı çeken mücadele eden bizdik...
HDP ya da DEM Parti daha çok AVRUPALI güçlerin gölgesinin düştüğü organizasyondu. ABD-RUSYA ise YPG/SDG ile meşguldü. ABD Suriye'nin kuzeyinde YPG'ye yardım ederken koruyup kollarken, PKK için AVRUPALI güçler kendi aralarında savaşıyordu. Model ve yöntem için...
Selahattin Demirtaş'ın eşini öne sürmesi sonra da püskürtülmesi bu çekişmenin sonucuydu! CHP de bu bilek güreşinin İSTANBUL'a yansıyan kısmına göre fayda sağlayacaktı...
Şu an için yapılmak istenen "CHP, PKK'ya kesinlikle uzak! Bu nedenle DEM aday çıkardı" hamlesini hayata geçirmekti. Ancak "Başak Demirtaş gibi güçlü bir isim olmasın CHP'ye fazla da zarar vermesin" gibi bir hassasiyet de ortada canlı ve taze olarak durmaktaydı.
Birileri DEM'e ince ayar yaptırıyordu...
Demirtaş da böylece gücünü test ediyordu...
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.