GAZZE'DE yaşananlar, tüm bölgeyi ateşe atacak gibi... Bombalar canlı bombalar, drone'lar, füzeler durmuyor...
Tehlikenin farkında olan ABD ve Dışişleri Bakanı Blinken, bölgeyi mesken tuttu. Ülkesinden daha çok Ortadoğu'da... Şimdi tekrar Türkiye'ye geldi... İran'daki patlama Kızıldeniz'deki ticareti engelleyen terör saldırıları, YEMEN'i önümüzdeki günlerde manşet yapacaktı.
Pentagon bu konu hakkında KÖRFEZ HAREKATLARI öncesinde yaptığı gibi KIRMIZI ALARM verdi.
Stratejik olarak kaşıkçı elması kadar değerli olan Yemen'e operasyon mu vardı? İşgal mi, geliyordu?
İzleyip göreceğiz....
Bölgede tansiyon düşmezken içeride de bize özgü krizler vardı... Yargıtay üzerinden büyük tartışma başlatılıyordu.
Bunun nedeni Türkiye'nin konumu ve izleyeceği para politikasıydı... Genel olarak 3 isim üzerinden tartışmalar gidiyordu. Osman Kavala, Selahattin Demirtaş ve Can Atalay.... Anayasa Mahkemesi ile Yargıtay'ın Can Atalay üzerinden karşı karşıya gelmesi manşetlerden düşmüyordu...
Peki konu neydi? Kavga neden çıkıyordu? Gelin buraya bakalım...
İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi, 26 Nisan 2022'de Gezi Parkı davasında Osman Kavala'yı "hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs" suçundan ağırlaştırılmış müebbet, Can Atalay dahil 7 sanığı ise "hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüse yardım" suçundan 18 yıl hapis cezasına çarptırdı.
25 Nisan 2022'de tutuklanan Can Atalay, tutukluluğu sürerken 14 Mayıs'ta milletvekili seçildi.
Tutuklu olduğu için yemin edemedi. Yargıtay'a yapılan başvurusu da reddedildi.
Atalay talebi reddedilince "kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlâl edildiği" gerekçesiyle AYM'ye başvurdu.
Doğal mı? Son derece...
Avukatları da tahliye istedi.
Yargılamanın durmasını talep etti. Anayasa'nın 83. maddesinde, "Seçimden önce veya sonra bir suç işlediği ileri sürülen bir milletvekili, Meclis'in kararı olmadıkça tutulamaz, sorguya çekilemez, tutuklanamaz ve yargılanamaz" ifadesi yer alıyor.
Anayasa Mahkemesi, Can Atalay ile ilgili olarak 25 Ekim'de 5'e karşı 9 oyla hak ihlâli kararı verdi. Dosyayı, milletvekilinin tahliye edilmesi ve yargılamanın durması için yerel mahkemeye gönderdi.
İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi ise Atalay için hüküm verildiği gerekçesiyle dosyanın Yargıtay 3. Ceza Dairesi'ne gönderilmesini kararlaştırdı.
Yargıtay 3. Ceza Dairesi, 8 Kasım'da hem karara uymadı hem de Türkiye'de ilk kez görülen bir karara imza atarak ihlâl yönünde oy kullanan Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında suç duyurusunda bulundu. Olay kabaca bu...
Anayasa Mahkemesi ile Yargıtay arasındaki itiş kakış üzerine CHP ve yeni Genel Başkanı da olaya müdahil oldu. Anayasa Mahkemesi'nin Türkiye İşçi Partisi Hatay Milletvekili Can Atalay hakkındaki ikinci hak ihlali kararına da uyulmaması üzerine İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi üyeleri hakkında disiplin soruşturması açılmasını ve Yargıtay 3. Ceza Dairesi üyelerinin de görevden alınmalarını istedi. Özel ayrıca sık sık yaşananlar için DARBE tanımlaması yapıyordu...
Türkiye gibi köklü devlet anlayışının olduğu ülkelerde böyle karışık ve hemen anlaşılması mümkün olmayan olaylar pek yaşanmazdı.
Bilmesek de görmesek de derinlerde bambaşka bir tedbir bir savunma bir oyun bozma mevcuttur... Peki burada ne oluyordu? Özellikle Yargıtay ve MHP etkisi göz önüne getiriliyordu. MHP eleştirilerin odağı oluyordu.
Selahattin Demirtaş da savunmasında doğrudan MHP'yi işaret ediyordu...
Peki arka plan neydi? AK Parti orta yol ile giderken MHP'nin tavrının altında yatan neydi?
Tam bu noktada, Devlet Bey'in zaman zaman hayati önemde olan çıkışlarını arayıp bulmak gerekiyordu....
Mesela 14 Mayıs seçimlerinden önce Devlet Bey, İngiliz The Economist'e şiddetli tepki gösteriyordu... Öyle böyle değil....
Bahçeli, "Küresel sermaye çeteleri Türkiye'ye yön veremez; Türkiye'yi sömürge ülkesi haline getiremezler. Geri adım atarsak onlar gibi namerdiz" diyordu. Çok yüksek frekanslı bir çıkıştı bu. Çok kişi anlamasa bile dünyanın çatısına yolculuk eden mesajdı bu...
Devlet Bey, seçimlerden bir süre önce yine ekonomi temelli kritik bir çıkışa imza atıyordu... Bahçeli, "Ülkemizin bugünkü gerçek meselesi ekonomiyi çoktan aşmıştır.
Var oluş yok oluş noktasında düğümlenmiştir. Türkiye ekonomisinin malum bazı yapısal zaaf ve açmazları varsa da, bunlar dövizdeki tırmanışın bahanesi değildir, olamayacaktır. Tehdit saçan gelişmeler karşısında, devlet milletiyle kenetlenmiş, milli duruş iç ve dış komploya karşı direnç ve dik duruş göstermiş, göstermeye de devam edecektir... Biz döviz kuruyla kurulmadık, bu yolla da devrilmeyeceğiz. Finans oligarşisinin çürük azı dişlerini teker teker söker sahiplerinin avucuna bırakmayı da hamd olsun biliriz" ifadelerini kullandı.
Yani Devlet Bey, Biden ve ekibinin dünya üzerinde temsil ettiği KÜRESEL EKONOMİYE itiraz ediyordu.
KÜRESEL oluşumların Türkiye'de dilediği gibi at oynatmasına geçit vermiyordu.
Seçimler yapılıyor Bakanlar Kurulu oluşuyor, genel itibariyle KÜRESEL SERMAYEYE uzak olmayan isimler geliyordu.
Biden seçilir seçilmez de Berat Albayrak istifa ediyordu...
Hatırlayın Devlet Bey, Berat Bey'e hep destek vermişti...
Soylu'nun geri itilip Ali Yerlikaya'nın gelmesi sayısız mafya operasyonlarına başlaması aslında YABANCI SERMAYENİN KÜRESEL SERMAYENİN gelmesi için beklediği gelişmelerdi.
Ekonominin başındaki ekibin de bunu arzuladığı SIR değildi...
İşte bu noktada Devlet Bey'in çıkışları akıllara gelmeliydi...
Devlet Bey sorunları çözecek gücümüz olduğuna inanıyor, fütursuzca gelecek olan KÜRESEL SERMAYENİN ülkenin kontrolünü ele geçireceğini düşünüyordu...
Belki de bu nedenle Can Atalay üzerinden verilen tartışmayla ülkenin konumunu duruşunu istikametini belirtiyordu! Tayyip Bey de, mesafeyi koruyup olan biteni izliyordu. Bu parantezin de ABD'deki seçimlerden önce kapanma ihtimali yoktu...
Olan bitene YARGI KRİZİ diye bakmak en kolayı. Devlet Bey gibi düşünüp 'ÜLKEYİ OPERASYONLARA KAPAMA' olarak da değerlendirilebilir... Belki o zaman bir kriz olmadığı görülecektir... Ne dersiniz...