THERESA May, Boris Johnson, Liz Truss ve Rishi Sunak... Son dönemde İNGİLTERE'ye BAŞBAKAN dayanmıyordu. Bunun nedeni ne olabilirdi? Böylesine güçlü geçmişi ve gelenekleri olan yapı, ne hikmetse BAŞBAKAN bulamıyor, bulsa da koltuğunda tutamıyordu...
Bunun GAZZE ile İsrail-HAMAS savaşı ile Pasifik'le ne ilgisi bulunmaktaydı?
Açalım ve hafızalarımızı tazeleyip ilerleyelim...
"İKİ EKOL" diye yıllardır yazdığım "İKİ GÜÇ MERKEZİ" yani dünyayı yönetme iddiasında bulunan iki odak son günlerde GAZZE'de karşımıza çıktı. Silahı gösterip donanmasını yollayan ABD burada öne geçti. NET! Bu kararlılık sürerse bizim de içinde bulunduğumuz geniş bir coğrafyada önemli sismik siyasi hareketler görmemiz kaçınılmaz olacaktı. BU CÜMLEYİ NOT EDİN! Yakın gelecekte üzerinde duracağız!
Masallarla büyüten eğitim sistemine sahip olduğumuz için muhakeme yapamıyoruz.
ANLAŞMA MADDELERİNİ ezberlemekten ANLAŞMANIN ruhuna gelemeyen nesiller yetiştiriyoruz. Yani ilk düğme sendromu. İlk adım eksik ya da yanlışsa diğer adımların doğru olma ihtimali hiç yoktu.
GAZZE'de de bu durum vardı.
Amerika Birleşik Devletleri ile İngiltere'nin savaşını görmüyorduk. Kitleler buna yabancıydı. Yadırgıyorlardı.
Haklılardı... Gerçek ise sarışın mavi gözlü insanların kendi aralarında savaşabileceğiydi.
Robert Anthony Eden...
Büyük Britanya'nın İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI yıllarında Dışişleri Bakanı'ydı. Eton ve Oxford'da okudu. Almanca ile Farsçayı ana dili gibi biliyordu. Arapça ve Rusça'sı da harikaydı. 1955-1957 yılları arasında ise BAŞBAKAN'dı.
1956 SÜVEYŞ KRİZİNDE işin başındaydı. "20. yüzyılın en başarısız Britanya başbakanı" seçilmişti.
İngiltere ve Fransa, İsrail'i önlerine alarak SÜVEYŞ KANALI'nı millileştirmek isteyen MISIR'a yürümüştü.
GİDİŞATA, derslerde kitaplarda "DÜŞMAN" oldukları öğretilen ABD ile Sovyetler müdahale etmişti.
Hatta "Paris ile Londra'yı nükleerle vururuz" demişlerdi!
İşte bu evrede ilişkileri bilmeyen Robert Anthony Eden BAŞBAKANLIK koltuğundaydı. Eden'in yanında görebileceğiniz isimlerden biri de John Enoch Powell'di.
İSTİHBARATÇIYDI.
Muhafazakar partiliydi.
Bakanlık yaptı. Akademisyen olmasına rağmen İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI'nda önemli istihbarat faaliyetleri yürüttü.
ABD'nin 1956'da Süveyş Kanalı'nı geri almak için İngiliz-Fransız kampanyasının fişini çekmesiyle kariyeri çöken Britanya Başbakanı Anthony Eden, emekliliğinde muhafazakar meslektaşı Enoch Powell ile yaptığı bir konuşmayı hatırlıyordu... Powell "Size Ortadoğu'daki en büyük düşmanlarımızın Amerikalılar olduğunu söylemek istiyorum..." diyor Eden ise "Biliyor musun, ne demek istediğini bilmiyordum..." şeklinde açıklıyordu o konuşmayı. Yıllar sonra gerçeği öğreniyordu.
Bu mücadele bugün de sürüyordu. Tüm hızıyla. Sadece ORTADOĞU'da Türkiye'de değil. Her yerde. Açalım...
Yıllar önce yazdım...
Savaşın kritik adımlarındandı!
HUAWEİ... Çinli telekom devi Huawei'nin üst düzey yöneticisi Meng Wanzhou, CIA tarafından yapılan operasyonla KANADA'da gözaltına alındı.
5-6 yıl önce... Babası yani Ren Zhengfei, şirketin sahibiydi.
Rothschild Ailesi'nin güvendiği isimlerden biriydi! Meng Wanzhou şirketin mali işlerini yürütüyordu.
Peki CIA'nın operasyonuna temel olan asıl motivasyonu neydi? EVET!
İRAN'a yapılan ambargoyu delmek...
Bizdekinin aynısı sanki. 17-25'e de bu açıdan bakmakta fayda vardı. İRAN masaya geliyor, ABD ile Türkiye geriliyordu.
CIA, HUAWEİ ile Meng Wanzhou ve Ren Zhengfei'yi CASUSLUKLA suçluyordu...
Huawei operasyonları dalga dalga yayılırken AFRİKA'dan kara haber geliyordu! O dönemde! Etiyopya Hava Yollarına ait "Boeing 737 8 Max" tipi yolcu uçağı düşüyordu. İlk düşen uçak bu değildi ancak kampanya büyüktü. İNGİLİZLER'in ve ÇİN'in birlikte yürüttüğü koalisyonla BOEİNG hedef alınıyor, şirket sarsılıyordu.
Büyük kayıp yaşanıyordu.
Bu aslında Huawei'ye City of London tarafından verilen cevaptı. Zaten yıllardır bu iki gücün mücadelesini yazıyordum. Kitleler SAVAŞI bilmedikleri için TARAFLARI anlamakta zorlanıyordu. Diğer bir eksen belki AVRUPA olacaktı, o ihtimal vardı.
Macron da bunu sık sık dile getirdi. Fakat GİZLİ ORTAK, ABD'nin yardımına koştu.
Ukrayna'yı işgal etti. AB yeni ve huzurlu adresi buldu:
ABD'nin yanı! Böylece tansiyon iyice yükselmeden eller tetiğe gitmeden önce SAFLAR netleşiyordu! Bu nedenle tüm BATI şimdi İSRAİL'in yanındaydı!
Filistinli masum çocuklar, gençler, kadınlar, hastalar, yaşamlarını yitirse de BÜYÜK KAVGA kaldığı yerden devam ediyordu. Ve ABD, uzun zamandır belki de fazla zamanı olmadığı için bu kadar kararlıydı. Birinci ağızdan DEVLETLERİ tehdit ediyorlardı. Japonya'ya yaptıkları üzerinden attıkları atom bombası üzerinden başkentleri korkutuyorlardı. İleri seviyeydi bu. Dün de yazdığım gibi ABD kesin KARAR istiyordu. Kararını vermesi istediği ülkelerden biri de bizdik.
Yazılmıyor çizilmiyor ancak durum bu. Londra ile temas kabul edilmiyor, aynı rotada yürüyecek oluşumlar tercih ediliyordu, edilecekti. Bu karar verilinceye kadar ABD'den üst düzey kimse gelmeyecekti.
Ortadaydı bu. Şartların giderek keskinleştiği bu iklimde Türkiye'nin İÇERİDE ve DIŞARIDA vereceği kararlar elbette son derece önemliydi.
İsrail'e karşı çıkmak vahşete "DUR" demek ABD ve AVRUPA'yı karşımıza almak demekti artık. Garip ancak geline nokta bu. Filistin'e sahip çıkmak ise Londra'ya destek gibi algılanacaktı. Burası daha da garip, üzücü, yakıcı, anlaşılması hiç kolay değil.
Fakat siyasi atmosfer bu.
Bu rüzgarın ve bu basıncın sonucu İNGİLTERE'de her ay BAŞBAKAN değişiyordu.
Netanyahu gibi bir isim bile BİRLEŞİK KRALLIK BAŞBAKANI'NA resmen saygısızlık yapabiliyordu.
Uzaktan bakınca bile bütün başkentlerin TÜRKİYE'nin kararını beklediğini görebiliyordum. Ankara nasıl denge bulacak? Nasıl adım atacak? Nasıl bir ilişki örecekti?
Bu soruların cevapları sadece bizi ve bölgeyi değil dünyayı ilgilendiriyordu. YAKINDAN hem de...
Çok yakında bu ilginin çıplak gözle görünür haliyle karşılaşacaktık...
100. yılda 100 yıllık karar verilecekti... Belki de ben abartıyorum. Bilemiyorum.
Yakında anlayacağız...