Son viraj!
14 MAYIS'A giden yolda son viraja girildi... Küresel sonuçları olacak seçime gidiyoruz. AZ kaldı... Bir tarafta 20 yıldır yenilemeyen Başkan Erdoğan, diğer tarafta ise BEŞTEPE'yi almak isteyen MASA... Gelin 20 yılın üzerinden bakalım.
Bizi neyin beklediğini anlamaya çalışalım...
Kemal Derviş...
Parkinson tedavisi görüyordu. 74 yaşında hayatını kaybetti. 2001 krizi sonrası dönemin koalisyon hükümeti tarafından ekonomi yönteminin başına getirilmişti. Kemal Derviş, dönemin Başbakanı Bülent Ecevit'in davetiyle, uzun yıllar görev yaptığı Dünya Bankası'ndan ayrılarak Türkiye'ye dönmüş hükümette görev almıştı. Derviş, 2001 krizinin ardından Türkiye'nin ekonomik krizden çıkma reçetesini hayata geçirmesiyle biliniyordu. Derviş, KÜRESEL bir bakış açısına sahip bir isimdi. Bu nedenle CEM BOYNER'in başlattığı harekete de destek oluyordu.
Kendi gibi düşünen insanlar bir araya geliyor, ancak siyaseten yol alamıyordu. Sonra aynı felsefe bir şekilde KRİZDEN sonra kurulan AK PARTİ'ye uzanıyordu. O dönemki AK PARTİ, Erdoğan'a ait değildi. OY alan seçimlerin kazanılmasında bütün yükü sırtlayan Erdoğan'dı. Ancak partinin felsefesi de kadroları da farklı bir frekansa yakındı.
OY'ları Erdoğan alsa da kadrolar üzerinde daha çok Abdullah Gül Bey'in ağırlığı gözleniyordu. Yani KÜRESEL bakış açısıyla olaylara yaklaşan EKOL'ün...
Bu damar Türkiye'de çok güçlüydü. Özellikle 1980'den sonra siyaseti yönlendiren güçtü.
İstanbul'da doğan Kemal Derviş, yüksek lisans ve lisans derecelerini İngiltere'de London School of Economics'te, doktorasını ise ABD'de Princeton Üniversitesi'nde tamamladı.
1977'de Dünya Bankası'nda görev aldı.
Ortadoğu ve Kuzey Afrika'dan sorumlu başkan yardımcılığına yükseldi.
2001'de Türkiye krizle yere serilince, davet edildi. 22 yıldır sürdürdüğü Dünya Bankası'ndaki görevinden ayrıldı. Geldi... Reçetesini yazdı. Başarılı da oldu.
İktidara gelen AK PARTİ, bunu sürdürdü. Derviş siyaset mekanizması içinde yer alsa da CHP'den vekil olmayı tercih etti. Sonra bunu da bırakıp Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı Başkanlığı görevine atandı.
En son Mart 2005'te Center for Global Development İşbirliği ile "For a Better Globalism" (Daha İyi Bir Küreselleşme) adlı kitabını yayımladı. Derviş, kriz nedeniyle tasfiye olacak siyasi yelpaze tarafından davet ediliyordu. Ancak umudunu kendisine bağlayanlar, siyaseten sonuçlarını göremiyordu. Tasfiye oluyor ve AK PARTİ yürüyüşüne başlıyordu. 28 Şubat ve estirdiği siyasi ekonomik rüzgar, arkasından gelen EKONOMİK kriz ve Erdoğan'ın sahne alışı... Örgü böyleydi. AK PARTİ geldiği halde, yasaklı olan Erdoğan gerçeği ortada duruyordu. O da aşıldı. Sonrasında Erdoğan hem yerleşik düzenle hem de kendi partisi içinde büyük mücadeleye başladı. Bu öyle bir savaştı ki temposu her gecen gün artıyordu. Zaten 20 yılda yaşananlar ortada.
Tekrar etmenin bir anlamı da yok. Başkan Erdoğan hem kendisinin yanında olup kendisine karşı olanlardan hem de yerleşik görünmeyen güçlerden kurtuluyordu.
Operasyonların ardı arkası kesilmese de devam ediyor ve günün sonunda galip gelen oluyordu. Kavga büyüdükçe, Erdoğan partisinin de rahmetli Kemal Derviş'in de ekonomik politikalarından uzaklaşıyordu.
KÜRESEL BAKIŞ AÇISIYLA yol alan EKOL'ü itiyor, kendi açtığı yolda ilerliyordu. Bu da Abdullah Bey gibi Ahmet Davutoğlu gibi ve Ali Babacan gibi isimlerin de parti içinde kendilerine yer bulmakta zorlandığı dönemi başlatıyordu. Bu da doğal olarak ayrılıkları kapının önüne getirip bırakıyordu. Kopuşlar yaşanıyordu. Zaten fikri anlamda yolarını ayrılalı çok olmuştu. Sadece görünmesi gerekiyordu. O da oluyordu. 15 Temmuz'a uzanan yol ise son noktaydı. O saatten sonra ise bir daha asla ve kat'a bir araya gelme ihtimalleri kalmıyordu.
Türkiye KÜRESEL ANLAYIŞIN dışına çıkıyordu.
Olaylara "ÖNCE TÜRKİYE" merceğiyle bakıyordu. Bu da YERLİ-MİLLİ mottosu'nu getiriyor ve yaşananlara buradan bakılmasını sağlıyordu. Beklenmeyen bu hamlenin komplikasyonları olacaktı! Rahatsız olanlar tepkisini gizleyemezdi. Başta AVRUPA olmak üzere...
Bir de Rusya'nın Ukrayna'ya girmesi ve enerji başta olmak üzeri tedarik zincirlerini kopartıp atması AB'yi sarsmaya yetiyor da artıyordu bile...
Silahların gölgesi her yere yayılınca 14 Mayıs'taki seçim Türkiye için de BATI için de kaçınılmaz olarak hayati önem sahip bir hal alıyordu.
DERİN AVRUPA, kendileri için doğru olanı yapmak istiyor ve Kemal Bey'in liderliğinde kurulan MASA üzerinden ÇEVRELENMEYİ
kırıp atmak niyeti taşıyordu. Zaten uzun zamandır yazdıklarımı Kemal Bey de BATILI DERGİLERE verdiği röportajlarda dile getiriyor ve istikametlerinin kesinlikle "AVRUPA" olduğunu ilan ediyordu. Gizlemiyordu.
CHP liderinin kurduğu MASA'nın üyeleri aslında Cem Boyner'den Kemal Derviş'e oradan da AK PARTİ'nin ilk yıllarına yansıyan KÜRESEL EKOL'ün ruh halinden uzak değildi. Siyasi liderler çeşitli enstrümanlar kullansa da MASA 15 Temmuz'dan sonra oluşan iç DENGEYİ bitirmek, yıkmak istiyordu. Olan biteni PATATES SOĞAN üzerinden değerlendirmek isteyen çok olsa da gerçek çok daha derin ve sancılı bir kabın içinde durmaktaydı.
Kemal Bey ve MASA Türkiye'yi 2001'deki Kemal Derviş'in geldiği KOD'lara geri döndürmek için sahadaydı.
Erdoğan ise o mesafeleri kat ederek geldiği noktadan geri dönmek için bir işaret vermiyordu. Hatta o EKOL'e meydan okuyordu. Bu da İSTANBUL'da yüzbinlerce kişini katılımıyla gerçekleşen mitingle ONAY ALIYORDU.
Muhalefet SOĞAN üzerinden bir kart masaya atarken, Erdoğan GÜÇLÜ TÜRKİYE imajını fazlasıyla harekete geçiren İHA-SİHA-TGC ANADOLU-DOĞAL GAZ-PETROL-YOLLAR-KÖPRÜLER üzerinden hamle yapıyordu.
Sanırım BATI MEDYASININ şaşkınlığını gizleyemediği TARİHİ İSTANBUL MİTİNGİNE de buradan bakmakta fayda vardı.
Pazar günü, İSTANBUL sanki bize "Kemal Bey ve arkadaşlarının söylediklerinin vatandaşlara geçmediğinin kanıtı" gibi duruyordu...
AZ kaldı. Son virajdayız...
İzleyelim...
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.