Sınır-sız güç
TÜRKİYE çok önemli bir seçime doğru gidiyor.
Herkesin gözü kulağı burada.
İTTİFAKLARIN ve ADAYLARIN attıkları adımlar da konuştukları kelimeler de hiç bu kadar yakından takip edilmemişti.
Zaten seçim Başkan Erdoğan ve Kemal Bey arasında geçecekti.
Belki diğer iki adayın alacağı ya da alamayacağı oy seçimin ilk turda sonuç vermesini sağlayacaktı. Bilinmez.
Ya Erdoğan BAŞKANLIĞINI devam ettirecek ya da Kemal Kılıçdaroğlu seçilerek gelecekti.
Üçüncü bir şık yoktu. Bu nedenle adaylardan çok arka plandaki güce, rotaya ritme ve konuma bakmanın çok daha faydalı olacağını düşünmekteyim.
Gelin yine o frekanstan gidelim bugün de...
Belki çok kişi hatırlamıyordur, ancak tarihte önemli yer tutan iki isim Benjamin Disraeli ve Franklin Roosevelt, dünyayı etkileyen yöneten GİZLİ YAPILARDAN açıkça şikayet eden isimlerdi. Biri İngiltere Başbakanı diğeri ise ABD Başkanıydı. Bizim bilmediğimiz ODAKLAR dünya üzerinde hesap yapıyordu. Bu dün de böyleydi bugün de. Belki bin yıldır etkili oluyorlardı. Ancak İKİ DÜNYA SAVAŞI'ndan sonra değişen şartlar çeşitli merkezlerin doğmasına yol açıyordu. Doğal olarak mücadelenin şekli değişime uğruyordu.
Pandemi ile birlikte gördük ki dünyanın artan nüfusu kaynak sıkıntısını da beraberinde getirmekteydi.
Bu da KAYNAKLARI ele geçirme savaşını hızlandırmıştı.
Türkiye de bu mücadelenin dışında değildi. Kalamazdı.
Bırakmazlardı.
Heritage Foundation, Hoover Institute, CATO Institute, American Enterprise Institute, Centre for Policy Studies, Institute of Economic Affairs, Adam Smith Institute-UK, Soros Open Society Foundation gibi ismini sayamayacağımız pek çok kuruluş, her coğrafyada faaliyet göstermekteydi. NATO gibi BM gibi IMF gibi Dünya Bankası gibi organizasyonlar da...
İSTİHBARAT ÖRGÜTLERİ de... Dijital büyük göz de... Bu kadar önemli isim, kuruluş, örgüt, teşkilat çalışıyor ancak sorunlar ve savaş bitmiyordu!
Garip değil mi bu!
Mesela bir yana Spotify, Netflix, Tesla, Starbucks, McDonalds, Walt Disney, Telefonica, Johnson & Johnson, Microsoft, Apple, Oracle, Nike, Coca Cola, Facebook, Alphabet, Amazon, Volkswagen, Wallmart, Bank of America, JP Morgan, Goldman Sachs, Tencent, Disney, Samsung, Verizon, Deutsche Telekom, China Construction Bank, Agricultural Bank Çin, Toyota ve Mercedes gibi şirketleri yazın. Bir de elinize dünya haritasını alıp yoksul ve az gelirli ülkeleri işaretleyin...
Moritanya-Malta-Arnavutluk- Bosna-Libya-Trinidad&Tobago-Yeni Gine-Nepal- Paraguay-Bulgaristan-Panama- Lübnan- Porto Riko hatta Portekiz gibi çok sayıda ülkenin matematiğine bakın. Ortaya çıkan tablo ŞİRKETLERİN ÜLKELERDEN DAHA ZENGİN OLDUĞUNU ORTAYA KOYUYORDU.
Ve giderek bu makas şirketlerin lehine işliyordu. Doğal olarak bu da siyasete hatta dünyanın nasıl kim ya da kimler tarafından yönetileceği sorusunu da beraberinde getirmekteydi. Daha çok ABD'nin içinde gördüğümüz bu SAVAŞ her yere sirayet ediyordu. Merkezlerden biri belki de anası AVRUPA'ydı. Askeri güç olarak olmasa da FİKİRKÜLTÜR ve EKONOMİK güç olarak her zaman liderliğe oynuyorlardı.
İşte bizim pek ilgilenmediğimiz bu KÜRESEL savaş sonuçta gelip TÜRKİYE'yi de buluyordu.
Kaçınılmaz olarak... Bizler de bunu seçimlerde görüyorduk.
14 Mayıs'a giderken de aynı sahne kuruluyordu. Taraflar netti. Sloganlarla geçiştirilse de Erdoğan ile Kılıçdaroğlu ayrı, farklı, karşı kampları temsil ediyorlardı.
Millet İttifakı cumhurbaşkanı adayı ve CHP Lideri Kılıçdaroğlu "Cambridge Analytica'cılık oynamak sizin kapasitenizi aşar çocuklar" sözleriyle 'Dark Web' uyarısı yaptı. Tartışmanın ritmini değiştiren bir adımdı bu. Bir anda KARANLIK tarafa gözlerimizi çevirmek zorunda kaldık. CHP liderinin açıklamasından kısa bir süre sonra benim için fazlasıyla DOĞAL olan bir adım atıldı.
Adımın merkezi AVRUPA'ydı.
Avrupa Birliği Polis Teşkilatı yani EUROPOL sahne aldı. 9 ülkedeki baskınlarla 288 kişiyi yakaladı. Operasyonla ilgili açıklamada UYUŞTURUCU notu düşülse de işin aslı Kemal Bey'in attığı adıma paralel işlem yapılmasıydı!
Kemal Bey de ortakları da İsviçre'nin Montreaux yakınlarındaki bir kasaba olan Mont Pelerin'den ismini alan TEŞKİLATA felsefe olarak yakındı... Ekonomik ve siyasi bakış açıları 1947'de Nobel ödüllü ekonomist Prof. Friedrich von Hayek tarafından kurulan akıma uygundu. Frank Knight da, Karl Popper da, Ludwig von Mises de, George Stigler de, Milton Friedman da buradaydı.
Temelinde vardı. Kraliyet aileleri büyük sermayedarlar siyasetçiler de tabii... Yani para da unvan da güç de buradaydı.
Birbirine bağlanan bu yapıların hepsinde mevcuttu. Daha çok şirketlerin isteklerini öne çıkaran, DEVLETE soğuk bakan biri ve özgürlüğü isteyen bir akıma ev sahipliği yapılıyordu. Ana tema GÜÇLÜ OLMAYAN DEVLETTİ... Belki de GÜÇLÜ ŞİRKETLERİ tersinden savunmaktaydılar...
İşte bu ve benzeri yapılar, Putin'i de, Cinping'i de, Erdoğan'ı da, hatta Trump'ı da istemiyordu. DEVLETİN değil, serbest piyasanın yani ticaretin yani paranın son sözü söylediği bir dünya talep ediyorlardı. Sınırlara da karşılardı aslında... Ülkeleri bölgeleri ve bunların üzerinden dünyanın nasıl yönetilmesi gerektiği ile ilgili bir mücadeleydi bu.
Bir yanda PARA-GÜÇ- AİLELER-TEKNOLOJİ-DİJİTALLEŞME diğer yanda ise DEVLET ve GÜÇLÜ liderler vardı. Trump-Clinton ya da Trump-Biden üzerinden gördüğümüz bu kavga her yere ulaşmıştı. 14 Mayıs'a giderken Türkiye buna ev sahipliği yapıyordu. Kemal Bey ve arkadaşları MONT PELERİN ruhuna uzak olmayan bir yöntemle geliyor, Başkan Erdoğan da bütün EKOL'leri bilen ve şimdi ki konumuna sağlam bir şekilde oturmuş bir lider havasıyla yürüyordu...
Bu mücadele Türkiye'nin nerede, kimlerle, nasıl yol yürüyeceğini ilan edecekti.
Seçime sayılı günler kala tansiyonun artma nedeni buydu. Belki çok daha yüksek bir ritme ulaşılacaktı. Bilinmez.
Sloganlar arasında kaybolduğunu düşündüğüm KAVGA buydu.
Kabaca... Kürt meselesinden Merkez Bankası'na, Parlamenter Sistem'den TSK'nın yapısına, MİT'ten Kızılay'a, SGK'dan BDDK'ya kadar olan ekseni kapsayan koca bir bilek güreşiydi yaşanılan. DEVLETİ yapılandırma ve ilgili yere PARK etme mücadelesiydi bu...
Başkan Erdoğan gücüyle operasyonlara karşı koymuş ve ülkenin eksenini değiştirmeyi başarmıştı. Şimdi karşı taraf bunu geri almak için zorluyordu.
Yenemedikleri Erdoğan'dan rövanş almak için...
14 Mayıs budur...
İzleyelim...
NOT: Aynı gece Kremlin ve Buckingham'ın saldırı girişimleriyle sarsılması, bir işaret mi!
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.